İnanç konusunu bir genelleme ile “Ve onlar sana indirilene, senden önce indirilenlere de inanırlar…” (Bakara, 4) ifadesiyle veren Kur’an’ın, “önce indirilenler” derken dikkat çektiği Tevrat, Zebur ve İncil’dir.
Kimlik tespitinde kesin delil olarak kullanılan parmak izi, göz bebeğimizin etrafında yer alan renkli halka iris ne kadar kişiye özelse, inanmak/inanmamak da kişinin özelidir, saygındır ve sorgulamak kimsenin haddi değildir. Diğer yandan kutsal metinleri okumak, evreni anlamaya ve değerlendirmeye çalışmak da insanoğlunun bitmeyen sevdasıdır. Bu bağlamda “…Davud’a da Zebur’u verdik.”* (İsra,55 ve Nisa,163) ifadesinde yer alan Davud peygamber ve kitabı Zebur hakkında biraz sohbet edelim.
Zebur; Tanah/Tanak olarak bilinen, Yahudiliğin ana mukaddes metinlerini oluşturan kitaplar bütünün de bir bölümüdür. Tevrat’ta, ilahî şarkılar anlamına gelen Mezmurlar** olarak geçiyor. Hristiyanlar ise bu kitaplar bütününü Eski Ahit olarak ifade ediyorlar. Bazı dil bilimcilere göre zebur, yazmak anlamında bir mastardan gelmektedir. Yahudi inancı, Mezmurların Davud peygamber tarafından yazıldığını kabul ediyor. Kur’an ise “verdik” kelimesini kullanmış.
Davud peygamberin soyu İbrahim peygambere kadar uzanıyor. Davud’un kelime anlamı “en çok sevilen kişi, göz bebeği” olarak veriliyor ve Davud, İsrailoğulları tarihinde, peygamberlikle hükümdarlığın şahsında bir araya getirildiği ilk kişi; bir kral peygamber olarak kabul ediliyor.
Kur’an’da Davut peygamberle birlikte anılan Zebur’un, üçüncü ve son kez geçtiği ayet ise şöyledir: “Andolsun, Zikir’den sonra Zebur’da şunu yazmıştık: Yeryüzüne benim iyilik ve barış seven kullarım varis olacaktır.” (Enbiya,105) Kur’an’da Zebur’un içeriğinden, bu ayet dışında bir bilgi bulunmamaktadır. Mezmurlar 133’te de şöyle benzer bir ifade yer alıyor: “Ne iyi, ne güzeldir / Birlik içinde kardeşçe yaşamak!” (Mezmur,133/1)
İniş sırasına göre bakıldığında Kur’an’da Hz. Muhammed’e “… güçlü kulumuz Davud’u hatırla, o daima Allah’a yönelirdi. Doğrusu, Biz, akşam sabah onunla beraber dağların, toplu olarak kuşların yasalara göre davranmalarını sağladık. Her biri O’na yönelir.” (Sâd,17-19) hitabını görmekteyiz.
“Ey dağlar ve kuşlar! Onunla birlikte Allah’ın kanunlarına uyun.” (Sebe,10) ifadesinin muhatabı Davud peygamberin, Rab için şarkılar ve şiirler bestelediğini, bir müzisyen olduğunu da okuyoruz Mezmurlarda. Birkaç örnek verelim:
“RAB’be şükran ezgileri okuyun / Tanrımız’ı lirle, ilahilerle övün.” (Mezmur,147/7)
“Dans ederek övgüler sunsunlar O’nun adına / Tef ve lir çalarak O’nu ilahilerle övsünler” (Mezmur,149/3)
Mezmurları oluşturan ilahiler RAB ile karşılıklı konuşma gibidir. “Ne zaman seslensem, duyar beni” (Mezmur 4/3) der kral peygamber Davud. Ancak yardım, kurtuluş ve bağışlanma yakarışları, RAB cevap vermediğinde, öfkeye, lanet okumaya, düşmanların cezalandırılması için edilen dualara dönüşür. Birkaç örnek aktaralım.
“Ya RAB, neden uzak duruyorsun / Sıkıntılı günlerde kendini gizliyorsun” (Mezmur, 10/1)
“Ey Tanrım, gündüz sesleniyorum, yanıt vermiyorsun / Gece sesleniyorum, yine rahat yok bana” (Mezmur, 22/2),
“Ne zamana dek seyirci kalacaksın, ya RAB / Kurtar canımı bunların saldırısından” (Mezmur, 35 /17),
“Onlara dehşet saç, ya RAB / Sadece insan olduklarını bilsin uluslar” (Mezmur, 9 /20),
“Başlarına habersiz felaket gelsin / Gizledikleri ağa kendileri tutulsun / Felakete uğrasınlar” (Mezmur, 35 /8)
“Akıp giden su gibi yok olsunlar / Yaylarını gerince oklarının ucu kırılsın / Süründükçe eriyen sümüklüböceğe dönsünler / Düşük çocuk gibi güneş yüzü görmesinler” (Mezmur, 58 /7-8)
Mezmurlarda bir kelime çok öne çıkıyor; “dağ”. Davud’un RAB’bi hep “kutsal dağ” dan seslenir: “RAB’be seslenirim, Yanıtlar beni kutsal dağından.” (Mezmur 3/4) Şu ifadeleri de görmekteyiz:
“Kutsal dağında kim oturabilir? … RAB’bin dağına kim çıkabilir… Senin kutsal dağına, konutuna götürsünler beni. … Tanrımız’ın kentinde, kutsal dağında…Tapının O’na kutsal dağında!”
Kur’an’a göre; daha önce de Musa peygamberden, Rab’bini görmesi için “dağa bakması” istenmiştir. (A’raf/Yükseklikler,143)
Mitolojide tanrıların evi bir dağdır.
Muhammed peygambere ilk vahiy bir dağda gelmiştir.
Kur’an, “… Davud ile beraber yüceltsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Yapanlar Bizdik.” (Enbiya/Peygamberler, 79) demektedir.
Acaba Zebur’daki RAB kavramı ile Kur’an’daki “Biz” kavramı arasında bir bağlantı var mıdır?
Diğer yandan dağ; din-tanrı-vahiy-peygamber kavramlarıyla âdeta bütünleşmiş görünüyor. Bunun nedeni dağların yüceliği /erişilmezliği midir ya da dağlar henüz nasılı tam kavranamayan vahiy olgusu için, evren içindeki bir akış sistemi için ev sahipliği mi yapmaktadır?
Davud peygamber, halkın şikâyet ve dileklerini bizzat dinleyip çözümlemesiyle de bilinmektedir. Kur’an şöyle der: “Onun egemenliğini kuvvetlendirmiştik. Ona bilgelik ve kararlı konuşma yeteneği de vermiştik.” (Sâd,20) Bunu ayetlerde bir kıssa yani eğitici hikâye olarak da okuyoruz.
“Sana davacıların haberi ulaştı mı? Hani, tapınağa tırmanmışlardı. Hani, Davud’un yanına girmişlerdi de, Davud onlardan ürkmüştü. Şöyle demişlerdi: ‘Korkma, birbirine saldırmış iki davacı; aramızda gerçekle hükmet, ondan ayrılma, bize doğru yolu göster. Doğrusu, bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu, benim de bir tek dişi koyunum vardır; onu da bana ver dedi ve tartışmada da beni yendi.’ ‘Andolsun senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Ve doğrusu, ortakçıların çoğu birbirlerinin haklarına saldırırlar. İnanan ve yararlı işler işleyenler bunun dışındadır ki, sayıları da ne kadar azdır!’ demişti. Davud kendisini denediğimizi sanmıştı da Rabbinden bağışlanma dileyip, eğilerek yere kapanıp yöneldi.” (Sâd, 21-24)
Ancak bu kıssa Tevrat’ta Davud peygamberin zina edişiyle ilgili olarak verilmektedir. (2.SAMUEL 11/1-27) Çok özetle: Davud peygamber, ordudaki bir askerinin eşiyle zina eder. Askeri de çağırır ve ona, kumandanına teslim etmesi için bir mektup verir. Mektuptaki talimat, askerin ön safta yer alması yönündedir ve neticede çıkan savaşta asker ölür. Davud da askerin karısını eşleri arasına katar. RAB, Davud’un bu davranışına çok öfkelenir ve ona peygamber Natan’ı gönderir. Kutsal metinden, “Natan Davut’u Paylıyor”*** bölümünü aktaralım:
“RAB Natan’ı Davut’a gönderdi. Natan Davut’un yanına gelince ona, ‘Bir kentte biri zengin, öbürü yoksul iki adam vardı’ dedi, ‘Zengin adamın birçok koyunu, sığırı vardı. Ama yoksul adamın satın alıp beslediği küçük bir dişi kuzudan başka bir hayvanı yoktu. Kuzu adamın yanında, çocuklarıyla birlikte büyüdü. Adamın yemeğinden yer, tasından içer, koynunda uyurdu. Yoksulun kızı gibiydi. Derken, zengin adama bir yolcu uğradı. Adam gelen konuğa yemek hazırlamak için kendi koyunlarından, sığırlarından birini almaya kıyamadığından yoksulun kuzusunu alıp yolcuya yemek hazırladı. Zengin adama çok öfkelenen Davut Natan’a, ‘Yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, bunu yapan ölümü hak etmiştir!’ dedi, ‘Bunu yaptığı ve acımadığı için kuzuya karşılık dört katını ödemeli.’ Bunun üzerine Natan Davut’a, ‘O adam sensin!’ dedi…” (2.SAMUEL, 12/1-7)
Olayı anlatan Kur’an ayetleri ise şöyle devam etmektedir: “Böylece onu bağışlamıştık. Doğrusu katımızda onun yaklaşımı ve güzel bir dönüşü vardır. Ey Davud! Doğrusu seni yeryüzünde yönetici atadık, öyle ise insanlar arasında gerçek ile hükmet; hevese uyma, yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, hesaplaşma gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.” (Sâd, 25-26)
Bu “bağışlanma” nın nedeni, kıssanın Tevrat’taki şekliyle mi ilgilidir? Bunu elbette bilemeyeceğiz, sadece aynı ilahî kaynaktan geldiği kabul edilen iki kitabın aynı konudaki metinleri arasındaki fark düşündürücüdür demekle yetineceğiz. Doğrusunu elbette Allah bilir!
Mevcut çeviri metinlerine bağlı kalarak bir değerlendirme yapmak istersek şöyle diyebiliriz:
Peygamber de olsanız, insan olduğunuz için hata yapabilir, günah işleyebilirsiniz, Yaratan da sizi affedebilir. Belki de insandan istenen ve beklenen -hangi kimlikte olursa olsun- vicdan muhasebesi yapabilmeyi, ahlaklı olabilmeyi öğrenmesidir.
Diğer yandan burada dikkat çekmek istediğim bir başka nokta da şudur:
Bir ilahî metne göre, bir peygamber günah işliyor, Rab/Tanrı buna çok öfkeleniyor ve bir başka peygamberi durumu bildirmesi için gönderiyor. Diğer bir ilahî metinde de şöyle deniyor:
“İşte ulusuna karşı İbrahim’e verdiğimiz delilimiz budur. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu, Rabbin bilgedir, bilendir. Ona İshak’ı ve Yakup’u bağışladık; her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce, iyi davranmalarından dolayı ödüllendirdiğimiz Nuh’u ve soyundan olan Davud’u, Süleyman’ı, Eyüp’ü, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u; her biri iyilerden olan Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı; her birine insanlardan artık olarak, iyilikte bulunduğumuz İsmail’i, Elyesa’yı, Yunus’u, Lut’u doğru yola eriştirdik. Onların atalarından, soylarından, kardeşlerinden seçtiklerimiz ve doğru yola ilettiklerimiz oldu.” (En’am/Sığırlar, 83-87)
Bu isimleri sayılan insanları, peygamber olarak biliyoruz ve kutsal metinlerde verilen bilgiler ışığında tanımaya çalışıyoruz ancak aslında kim olduklarını henüz bilmiyoruz. İlim dünyasındaki gelişmeler onlar hakkında bize daha çok bilgi sunabilecek mi, onu da henüz bilmiyoruz. Ayette vurgulanan ise “doğru yola iletilenler” den olabilmek.
Bu, öncelikle hak duygusunu koruyarak olabilir mi sizce?
Davud peygamberin düşmanlarla savaşını, zırh yapımını ve Mezmurlarda sıklıkla geçen “sağ/sağ el” kavramını da başka bir yazımızda vermeye çalışacağız.
Canan Murtezaoğlu