Türk Dil Kurumu’nda “yetim” in anlamı; babası ölmüş olan (çocuk), babasız, olarak veriliyor. “Öksüz” ün anlamı ise; anası veya hem anası hem babası ölmüş olan (çocuk) olarak verilmekte.
Eski Türkçede “anne” karşılığı kullanılan “ög” bugün sadece annesini kaybetmiş çocuklar için kullanılan “öksüz/ögsüz” sözcüğünde yaşamaktadır. Başını dayayacak bir göğüs bulamayan çocuk anlamı da verilmektedir.
Kur’an ise, annesi ya da babası veya her ikisi de olmayan çocuklar için tek bir kavram kullanmaktadır: yetim.
İslam peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa – selam olsun- yetimdi. Doğmadan önce babası Abdullah’ı; altı yaşındayken annesi Âmine’yi kaybetmişti.
Kur’an, pek çok ayette yetimlerin korunup, gözetilmesine dikkat çekmektedir. İslam Peygamberi’nin yetim olması ve Kur’an’da buna vurgu yapılması, örnek olması açısından çok anlamlıdır. Yüce Allah, “O seni bir yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı?” (Duhâ / Kuşluk Vakti, 6) diyerek, yetimlere kol kanat gerilmesi gerektiğini Hz. Muhammed üzerinden, âdeta bütün insanlığa haykırmaktadır.
Kur’an, Beled Suresi’nde “sarp yokuş” tan bahseder ve sorar:
“Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir?”
Sorunun cevabını Kur’an yine kendisi vermektedir:
“Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o. Yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o, yakındaki bir yetimi, yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu.”
Yetimleri, öksüzleri, çaresizleri, boynu bükükleri, ezilmişleri, yolda kalmışları, borçluları, “açlık ve perişanlık gününde” doyurmanın, malından paylaşmanın, borcunu silmenin adıdır “sarp yokuş”.
Malından vermek insanoğlu için zordur. Malı çoğaldıkça hırsı artar, daha da çoğalsın ister. Zenginliğin artması ile güç de artacağı için, devamlı güçlenmek, gücü elinde tutmak ister. Yukarılardan aşağıya inmek istemez. Aşağıdakilerle eşitlenmekten nefret eder. Yüce Allah yarattığını bilmez mi? Bilir elbette… İşte bunun için yoksulu, yetimi doyurmayı, malından vermeyi, borçlunun borcunu silmeyi “sarp yokuşu tırmanmak” olarak nitelendirmekte ve insana çok zor bir görev yüklemektedir.
Yüce Allah, mirası devşirip yiyenlere, malı derleyip, toparlayanlara, depolayanlara, altını yığdıkça yığanlara “Veyl olsun!”* (Vay haline!) diyerek malının onu kurtarmayacağını da acı bir azapla müjdelemektedir.
Bir toplumun içindeki yetimler, o toplumun ortak evladıdır. Günümüzde yetim çocuklar devlet kurumları tarafından korunup, gözetilmektedir. Ancak, bu yeterli değildir. Dev metropollerde kimsenin farkında olmadığı nice yetimler sokaklarda yaşamaktadır. Okulda olması gereken çocuklar, sokaklarda çalıştırılmaktadır. Mahallelerde annesi ya da babası olmayan, maddi sıkıntı içerisinde yaşamak zorunda kalan yetimler vardır. Toplumun görevi, bu yetimlere de sahip çıkmaktır.
Burada birinci görevli akrabalar, eğer akraba yoksa komşulardır. İkinci görev ise muhtarlara düşmektedir. Muhtarlar devletin gözü kulağıdır. Yoksul ailelere yol gösterecek olan, devletin birimlerine bilgi verecek olan birinci devlet erki, muhtarlardır. Elbette burada Sivil Toplum Örgütleri (STK) ne ve siyasi partilere de çok iş düşmektedir. Bu oluşumlar, yoksullar ve yetimler konusunda mahallelere kadar inmek ve buralarda örgütlenmek zorundadırlar. Bir yetim aç ve açıkta yaşıyor ise bunun suçu, kademeli olarak tüm ülke halkınındır. Bunun kaçışı, bahanesi yoktur. Ekranlarda, gazete köşelerinde yetimlik ve yoksulluk edebiyatı yapmakla kurtulmak da mümkün değildir.
O gün geldiğinde “Veyl olsun bana, hayatıma! Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapsaydım,” (Fecr / Tanyeri Ağarması, 24) dememek için önden bir şeyler göndermenin, kurtuluşa ermenin tek yolu infak etmek, yani paylaşmaktır; sadece Ramazan ayında değil, tüm aylarda…
İçinde bulunduğumuz salgın dönemi tam da Kur’an’ın ifadesiyle, “açlık ve perişanlık” günü/günleridir. Bu günlerde paylaşmanın doruğuna çıkmamız gerekmektedir. Zenginin malında yoksulun hakkı vardır. Hiçbir şeyimiz yoksa kuru ekmeğimizi bölüşeceğiz; “Veyl olsun!” hitabıyla karşılaşmamak için…
Ramazan ayınız kutlu olsun.
Tülay Hergünlü – SMMM