Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Rahmetli Prof. Dr. Fahir Armaoğlu Hocam’dı. 1989 yılı başlarında kendisinden doktora dersleri alıyorduk. Merhum Hocam, büyük bir vukufiyetle, bilgilerine hatıralarını ve duygularını da katarak “siyasî tarih” derslerini bizlere aktarıyordu. O derslerin birinde Hocam’ın Oniki Ada ile igili bize aktardıkları çok ilgimi çekmişti. Drfterime not etmiştim. Rahmetli Hocam adaların bizden âdeta koparılarak alındığını bunun mutlaka değişmesi gerektiğini; zira Türkiye’ye Ege adaları ile bir tehlike çemberi çekildiğini ve bizim de bu tehlike çemberini mutlaka kırmamız gerektiğini söylemişti. Gerçekten de, 400 yıl gibi çok uzun bir zaman Türk hâkimiyeti altında kalan jeopolitik konumları itibarıyla stratejik açıdan Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğini çok yakından ilgilendiren Oniki Ada’nın, bu özelliklerinin yanında, bu adalarda yaşayan Türklerin durumları da Türk Dünyasını yakından ilgilendirmesi gereken bir durumdur.
Maalesef toplumumuzun tarihle ilgisi genellikle belli kalıp ve sloganlara dayalı ve kısır bir çerçevede yürütülmektedir. Bunun sonucu olarak da özellikle genç nesiller 50-60 yıl öncesine kadar birer Türk yerleşim yeri olan ve önemli sayıda Türk kültür eserleriyle donatılmış olan Oniki Ada grubunu hiç tanımıyor. Hemen hemen hepimiz bu adaların yerini Ege’deki diğer adalarla karıştırıyoruz. Hatta 400 yıl gibi uzun bir süre Türk mührünü taşıyan bu adaların tarihini ve Türkçe adlarını bile her geçen gün biraz daha unutuyor ve ilgi alanımızdan çıkarıyoruz. Yunanistan’ın AB çerçevesindeki Türk politikasının AB’ye üyelik ve AB fonlarından yararlanma olanaklarını birer pazarlık unsuru olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bu bağlamda diğer AB üyesi devletlerin de örtülü olarak desteğini aldığını da görmekteyiz. Çünkü, AB’ye üyelik tartışmaları sürerken Türkiye’nin önüne çıkarılan en önemli engellerden biri de Yunanistan’ın ikna edilmesi ve Kıbrıs ve Ege denizi sorunları gibi iki ülke arasındaki uyuşmazlıkların üyeliğin bir ön koşulu haline getirilmesidir. Genel olarak baktığımızda Oniki adanın da dahil olduğu Ege denizi, Kıbrıs gibi TürkYunan uyuşmazlıkları AB içerisine taşınmış ve Türkiye’nin üyeliğinin bir ön şartı haline getirilmiştir. Yunanistan’ın AB’ye üye Türkiye’nin ise aday ülke durumunda olması; Yunanistan’a bir çok konuda avantaj sağlarken Türkiye’ye ulusal çıkarları konusunda ödün vermeye zorlamıştır.
Bu durum da Türk-Yunan ilişkileri ekseninde ciddi bir denge değişikliği meydana getirmiştir. Bilindiği gibi,Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci de son gelinen tıkanıklık noktasında bir belirsizliğe doğru gidiyor. Öyle görünüyor ki, bu süreçte Yunanistan ve diğer AB ülkelerinin bilerek ve isteyerek bu konuları bilerek gündeme getirmiyorlar. Ama son zamanlardaki atışma ve tartışmalardan da anlıyoruz ki, Ege ve Oniki Ada meseleleri yakın bir zamanda tekrar tartışılmaya başlanacak. Adalar meselesi AB görüşmeleri kesilse de gündeme gelecek, görüşmeler sürdürülse de gündeme gelecek. Günümüzde adalara hakim olan Yunan yetkililer adalardaki Türk eserlerini zamanın tahribatına bırakmış durumdadır. Buralardaki Türk eserlerinin ihtiyacı olan acil bakım ve onarımlarına izin vermemektedirler. Fanatik duygu ve düşüncede olan Yunanlıların da sabotajlarıyla, adalarda Türkler tarafından yaptırılan camiler, medreseler, çeşmeler ve diğer sanat eserleri birer birer yok olmaktadır. Oysa bunlar adaların yakın döneminin âdeta tapularıdır. İstenilen, Batı Trakya’da, Doğu Türkistan’da, Kerkük’te yapıldığı gibi, bu “tapu”ların ortadan kaldırılması ve buralardaki Türk izlerinin silinmesidir.
Oniki Ada grubunda bulunan adalardan silinerek yok edilmeye çalışılan maalesef sadece Türk eserleri değildir. Asırlardır o adalarda yaşamış, ecdatları o adalar için mücadele etmiş, kan dökmüş, şehit olmuş, gazi olmuş Türkler de yavaş yavaş eritilerek yok edilmeye çalışılmaktadır. Şuurlu bir şekilde adım adım eritilen Türkler, bu gün 400 yıl sahibi oldukları bu adalarda bir avuç azınlığa düşürülmüşlerdir. İşin en acı taraflarından biri de kendilerine azınlık muamelesi bile yapılamamaktadır. Adalarda millî kültürlerini devam ettirebilmek düşüncesiyle bir araya gelerek kurdukları dernekler yıllar önce kapatılmıştır. Türkiye ve bütün Türkler bu adalardaki Türklerle ilgilenmek zorundadır. Zira onlarla hem soy birliği, hem kültür birliğimiz vardır. Yunanistan, adalardaki Türkleri, iki ayrı ülke, iki ayrı kültür arasında bir elçi, bir köprü olarak görmelidir. Adalardaki tarihî Türk eserleri de bu köprünün temel taşlarıdır. Ayrıca onların iyi bir şekilde korunması ve gelecek nesillere aktarılması medeniyet tarihi açısından yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Söz konusu eserleri yok saymak, turizm broşürlerinden çıkarmak, kendi kaderine bırakıp yıkmaya çalışmak,1 insanın insan olarak, kendi ortaya çıkardığı, geliştirdiği medeniyete yap tığı bir ihanet sayılır. Zira sanatın ve bilimin vatanı olmaz, olmamalıdır. Güzellik her yerde aynı değerde algılanmayabilir. Her toplum kendi millî anlayışını ve kültürünü şüphesiz yansıtacaktır. Ama o sanat ürünlerindeki evrensel güzellik ve deha, aslında insanlığın ortak malıdır. Bu ortak güzellikte yansıtılan millî motifler ise, sanatın evrensel güzelliğinin daha çeşitlenmesine ve daha zenginleşmesine yardımcı olan unsurlardır.
Bu gün bir Türk sanatından, bir İtalyan, bir Fransız, bir İngiliz, bir Japon, bir Aztek, bir Yunan sanatından bahsediliyorsa, bunun sebebi evrensel boyuta getirilen millî motiflerdir. Adalarda yaşayan Türkler kimlerdir? Ne kadardırlar? Yerleştikleri yerler neresidir? Hayatlarını nasıl sürdürmektedirler? Bu soruların kısaca cevabını verebilmek için Oniki Ada hakkında bazı temel bilgileri aktarmak yararlı olacaktır. Güney Sporat Adaları veya Güney Sporatlar da denilen Onikiada, Batı Anadolu kıyılarının güneyinde ve Türk kıyılarına çok yakın bulunan adaladır. Bu adalar şunlardır: Rodos, Kasos (Türkçe Kaşot, Çoban), Karpethos (Kerpe), Aliminya (Limoniye), Simi (Sömbeki), Tilos (İlyaki, İlkil), Nisiros (İncirli), Mandraki (Gyali,Yalı adası), Kos (İstanköy), Astropalya (Stampalya, Astypalea, İstanbulya, Koçbaba), Kalimnos (Kilimli,Kelemez), Levyos (Leros, İleriye), Lipos (Lipso, İlipsi), Chalke, Kharki (Herke, Halki), Patmos (Batnaz) , Meis (Kızılhisar). Meis adası aslında Ege denizi sınırları dışında, Akdeniz’in sınırları içindedir. Ancak, Meis adası da hep Oniki Ada grubu içerisinde değerlendirilmiştir. “Oniki Ada” ismi Yunanca’dan tercüme edilmiştir. Batı dillerine de Oniki Ada kelimesi Yunanca şekliyle geçmiştir. Kelime Yunanca “dodeca” yani oniki ve “nesos” yani adalar kelimelerinin birleşiminden “Dodecanesos” şeklinde söylenmektedir.2 Batı dillerinde de aynı söyleniş muhafaza edilmiştir. “Dodecannese” denilmektedir. Osmanlılarda ise önceleri Cezâir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları), Cezâir-i isna aşer denilmiştir. Daha sonra yönetim vilâyeti olan Cezâir-i Bahr-i Sefid, Sisam ve Sakız adası gibi Oniki Ada’nın dışında kalan adaları da içine almaktaydı. Oniki Ada kelimesinin manası insana sadece on iki adet adayı hatırlatmasına rağmen bu ad güney Ege’de ada görünümündeki çok sayıda adalar grubunu işaret etmektedir. Yani “Oniki Ada” ismi güney Ege kıyılarındaki irili ufaklı 20’den fazla adayı ifade etmektedir. İngiltere’de yayımlanan Britannica Ansiklopedisi, “ Oniki Ada ismi, Türklerin bu adaların idaresinde uygulamış oldukları özel bir sistemden gelmektedir” diyor.3 Osmanlıların bu adalarda yönetimde uygulamış oldukları “12 üyeli mahalli meclis” sistemi, bu adalara “Oniki Ada” denilmesine sebep olmuş olabilir. Yunanca söylenen “Oniki Ada” (Dodecanesos) zamanla Batı dillerine bu Yunanca söylenişi ile geçmiş, yerleşmiş ve oradan da Türkçe’ye çevrilerek bizde de “Oniki Ada” denilmesine sebep olmuş olabilir. Oniki Ada’nın en büyüğü olan Rodos adası Anadolu kıyılarındaki Marmaris limanına 43.5 km, Fethiye limanına 77.5 km mesafededir. Yunanistan’ın Pire limanına takriben 410 km, Girit adasına 145 km uzaklıktadır. 1.400 km2 lik yüz ölçümü ile Oniki Ada’nın toprak bakımından en büyüğüdür. Ada kuzeydoğu, güneybatı yönünde uzanır. Uzunluğu 75 km, genişliği ise orta kısımlarında 25 km’dir. Kos adasına Türkler İstanköy derler. Ada özellikle güney ve batı bölümünde kayalıktır. Adanın kuzey bölümünün doğu kısmı verimli topraklara sahiptir. Tahıl, ipek ve şarap üretimi yapılır.
Meyve ağaçları her yerde bulunur. XX. yüzyıl başlarında adanın nüfusu 9.500 idi. Adada Rumlar köylerde, Türkler ise şehirlerde yerleşmişlerdi. 4 Ada Bodrum yarımadasının güneyindedir. Ada, Reşadiye yarımadasına 7.6 mil, Bodrum limanına yaklaşık 20 km., Bodrum yarımadasına yaklaşık 4 km. mesafededir. Ada Rodos’a 110 km, Girit’e 250 km, Pire limanına 350 km mesafededir. Yüzölçümü 287 km2, uzunluğu takriben 40, genişliği 8 km’dir. 1961 sayımına göre nüfus 21.169’dur. Bunun 1400’ü Türk’tü. Türkler daha çok İstanköy, Germe, Pili’de toplu olarak oturmakta idiler. İtalya yönetimindeki Oniki Ada 1945 yılında müttefiklerin eline geçti. Bir yıl sonra ise İngiliz askerî yönetimi altında Paris’te 27 Haziran 1946’da yapılan Dışişleri Bakanları Konferansı’nda Oniki Ada’nın Yunan hâkimiyetine geçmesi kabul edildi. İtalya bunu 10 Şubat 1947’de onayladı ve Yunanistan askerî yönetimi Nisan 1947’de Oniki Ada’yı resmen aldı. Kanunî Sultan Süleyman’ın 50 bine yakın şehit vererek zapt ettiği, Ege ve Akdeniz’in kilit noktasındaki Rodos ve diğer adalara Yunanistan tek kurşun atmadan sahip oldu. Böylece 35 yıl sonra Rodos’un ve Oniki Ada’nın tarihinde yeni bir sayfa açıldı. “ Adalardaki Rum nüfusa dayanarak, adalar savaş sonunda İtalya ile yapılan anlaşma ile müttefiklerce Yunanistan’a verilmişti.” 5 Türkiye, İtalya ile barış antlaşması imzalarken Oniki Ada meselesi ile ilgili olarak görüşmelere katılmak istemişti. Bu olmadı.
Fakat antlaşma imzalandıktan sonra Oniki Ada’nın Yunanistan’a verilmesi hususunda Türkiye çekimser kaldı. Böylece Türk Hükümeti Oniki Ada üzerindeki Yunan hâkimiyetini resmen tanımadı. Oniki adayı ele geçiren Yunanlılar Rodos’taki ilk hâkimiyet yıllarında Türklerin çokça bulunduğu bir semtte bulunan Piyade Mescidi’ni ve onu takiben Kadı Mescidi’ni kiliseye çevirmiştir. Bunun yanı sıra Türk Evkafı İdaresi üzerine devamlı baskı yapılarak bazı mescitlerin Yunanlılara devredilmesi istenmiştir. 1952 yılında içinde cami ve mescit gibi eserlerin bulunduğu 17 kadar Türk eserinin başka bir emlâk ile mübadele edilmek şartı ile adadaki Rum idaresine devri hususunda Türk cemaati büyük baskı altında bırakılmıştı. Fakat Türk temsilcilerinin karşı koyması, bu teşebbüsü suya düşürdü. 1956 yılında sıkıntı mescidi kilise hâline getirilmiş, fakat Türk evkafı idaresinin bu kanunsuz ve haksız teşebbüsü şikâyeti üzerine, Türkiye Hükümeti cereyan eden olayı Atina nezdinde protesto etmiş böylece bu hareketin önü alınmıştı. Ancak, Yunan Hükümeti başarıya ulaşmak için bu hususta yeni tarihî binalara ait kanunun tefsirinden yararlanmaya teşebbüs etti; buna göre 1830 yılından önce yapılmış ve halen içinde ibadet edilmeyen mescitlerin son zamanlarda artan turist akını karşısında Rodos arkeoloji müdürlüğü emrine verilesi kararlaştırıldı. İşte bu kanuna dayanarak mescitler Rodos Arkeoloji Müdürlüğü’ne verilmiş ti.
Fakat Rum idaresi, her zaman olduğu gibi bunda da dayandığı kanun hükümlerine aykırı olarak mescitleri kilise hâline getirdi. Böylece 1945-1960 yılları arasında 5 mescit, kilise yapılmıştır. İstanköy adasında bulunan Cezayirli Hasan Paşa Camii’nin minaresi, “yıkılmak üzere” iddiası ile yıktırılmış, adadaki Türk cemaatinin burayı tamir ettirmek için müracaatlarına da izin verilmemişti.6 Türklerin ellerinde bulunan toprakların gasp edilmesi de ayrı bir baskı aracı olmuştur. Bu şekilde hem davacı, hem de hâkim rolü oynayarak Türklerin ellerinden her fırsatta topraklarını almaya başlamışlardı. 1952’de yürürlüğe konan toprak reformuna ait kanun ile Türklerin ellerinde olan ve işlenmeyen 250, işletilen 5500 dönümden fazla toprak gasp edilerek Rum çiftçilerine dağıtılmıştır. Bunların bedellerinin sahiplerine ödenmemiş olması dikkati çekmektedir. Türklerin ellerinden alınan topraklara çok düşük bedel takdir edilmiş olup, bunun da üçte birinin ödeneceği, ayrıca %10 kadar da indirim yapılacağı, paranın 20 yıl hazine bonoları ile ödeneceği açıklanmıştır. Yunan Devleti, turizmi teşvik için çıkarılmış olan 1939 tarihli istimlak kanununda 1959 yılında bir değişiklik yapmıştı. Bu değişiklik Türklerin aleyhine kullanılmıştır. Bu kanuna göre turistik tesis yapacak kimseler önce kamu topraklarını, yoksa özel kişilerin topraklarını kendi adlarına tescil edebileceklerdi. İşte buna dayanarak otel, gazino gibi turistik tesis yapacağını bildiren kimseler, Türk topraklarına el atarak bundan azamî istifade etmişlerdi. Bu hususta cereyan eden işlem, önce arazinin kiralanması, sonra da kamulaştırılması idi. Bunlar yapılırken çok büyük haksızlıklar ortaya çıkmış ve toprağı olan Türkler üzerinde baskı yapılmıştır.
Bütün bunlara ilâve olarak, özellikle din adamları tarafından işlenen Türklerin işe alınmaması, onlarla alış – veriş yapılmaması propagandası, izlenen siyaseti açıkça ortaya koymaktadır. İşte bu siyaset sonunda, İtalyan idaresinin son zamanlarda yalnız Rodos adasında 11.000 olarak tahmin edilen Türk nüfusu, 5-6 000.’e düşmüştü. 1946’da yani Rum idaresine geçtikten bir yıl sonra 6.000 olan nüfus bu gün 2.000’dir. Bu 4.000 kadar Türk’ün anayurda göç etmek zorunda kaldığı gerçeğini ifade eder. Ada Türklerini her türlü baskı kullanarak göç etmeye zorlayan Yunanlılar, bunda başarı kazanmışlardır.7 Osmanlılar Oniki Ada’yı ele geçirdikten sonra özellikle Rodos ve İstanköy adalarına Müslüman Türk nüfus yerleştirmişlerdi. Diğer adalarda ise Osmanlılar bir iskân politikası takip etmemişlerdir. Adaların kayalık oluşu ve ziraata elverişli olmayışı belki bunun sebeplerinin başında gelmektedir. Bu yüzden de Oniki Ada’daki Rumların nüfusu Türklerden fazla olmuştur. İstanköy’de 1922 yılında yapılan nüfus sayımında toplam 4.662 kişi tespit edilmiştir. Bunun 3.717’si İstanköy’de, 945’i kırsal bölgelerdeydi. 1922’de İstanköy’de %80’i şehirde yaşayan 4.662 Türk vardı. Ayrıca Germe köyünde 771, Pili’de 126, Kefados’ta 36, Antimahia’da 8 Türk vardı. 1931’de ise sadece 2.715 kişi kaldı8 1936 sıralarında Oniki Ada’nın tamamında Türk nüfusu 15.000 kadar verilmiştir. Bu rakamın biraz az göste rildiği düşünülmektedir. Zira bu devirde Türk nüfusunun hiç olmasa 20.000’in üstünde olması gerektiği, normal artış temposu hesaplanarak tahmin edilebilir. ABD’de yayınlanan Balkanlar’la ilgili bir kitapta 1926’larda Oniki Ada’nın nüfusu 100.000 civarında gösterilmekte ve bu nüfusun onda birinin Türk olduğu belirtilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Oniki Adalardan cereyan eden olaylar, buradan bir kısım Türklerin anayurda göç etmelerine sebep olmuştur.9 1947 yılında İstanköy’de 1.816 Türk kalmıştı.
1966 yılında Oniki Ada’da (Rodos ve İstanköy’de) Türk nüfusu 4.300 civarındadır. İstanköy’deki 350 aileden oluşan 1300 kişilik topluluğun içinde 145 çocuk okula gitmekteydi.10 Türklerin ellerinde bulunan topraklar 1952’de yürürlüğe konan toprak reformu ile gasp edilerek Rum çiftçilere dağıtılmıştır. Uygulanan bu baskıcı siyaset sonucunda, İtalyan idaresinin son zamanlarında yalnız Rodos adasında 11.000 olarak tahmin edilen Türk nüfusu, 3.400’e düşmüştür. 1946’da, yani Rum idaresine geçtikten bir yıl sonra 6.000 olan nüfus bu gün 2.200’dür. Bu 3.800 kadar Türk’ün anayurda göç etmek zorunda kaldığı gerçeğini ifade eder. Günümüzde vatandaş ve soydaş olarak 1.900-2.000 civarında bulunan Türk nüfusu, yukarıda sayılan oldukça kabarık yerleşim yerlerinden sadece Uzgur köyü ve Kale içinde toplu olarak yaşayan 150-160 aile ve Girit Mahallesi, Kandilli, Kızıltepe, Sümbüllü, Mikse köylerinde dağınık yaşayan ailelerle, Katavya’da 2, Salakos’da 3, Lindos’ta da 3 aileden ibarettir.11 1995 yılı Mayıs ayı başında Oniki Ada ile ilgili bilgileri almak için temas kurduğum Oniki Ada Türklerinin Rodos ve Oniki Ada’daki Türklerle ilgili olarak aktardıkları bilgiler de şöyledir:12 İstanköy adasında yaklaşık 900 Türk nüfusu vardır. Bunların tamamı İstanköy’ün Germe köyünde yaşamaktadırlar. Bunların toprakları ellerinden alınmak istenmektedir. İstanköy’de yaşayan Türkler devlet memuriyetine ve üst düzey görevlere Yunanlı yetkililerce getirtilmemektedirler. Bizim daha önce Osmanlı Devleti’nin şuurlu bir nüfus politikası izlemediğini söyleyişimizdeki kasıt budur. Yani Türkler hâkimiyetleri altında yaşayan ada Rumlarına bu tür bir politika uygulamamışlardır. Oysa Yunanlılar, memuriyet görevi vermeyerek, üst kademe görevlere Türkleri getirtmeyerek, onların adalardan göç etmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Bu göçe zorlama politikasına direnen Türkler ise bir köyde toplanmışlar ve burada hayatlarını sürdürmektedirler. Büyük bir çoğunluğunun geçim kaynağı topraktır. Aralarında az sayıda da olsa turizm alanında çalışanlar vardır. Eskiden daha çok rağbet gören ve gelir getiren marangozluk, demircilik gibi zanaatlarla uğraşanlar çok azalmıştır.
Türklerin toplu bulunduğu Germe Türk köyü meydanında 5 Türk kahvesi vardır. Türler Türkçe eğitim veren okul olmadığından çok şikâyetçidirler. 1971’den beri okullarda Türkçe eğitim yasaktır. Çocuklarını Yunan okullarına göndermemekte, daha çok Türkiye’ye gönderip tahsillerini orada yapmaktadırlar.Türkiye’de okuyanlar da tekrar adaya dönmek istememektedirler. Zira dönenler Rumlarca rahat bırakılmamaktadırlar. Sonuçta ise Türklerin sayısı azalmaktadır. Rodos’ta durum biraz daha farklıdır. Zira buradaki Türk nüfusu daha fazladır ve Rodos’ta yaşayanların maddî durumları iyidir. En son aldığımız bilgilere göre Rodos adasında bir eski şehir, bir yeni şehir (Maraş) olmak üzere iki merkez ve şehirden başka 44 tane de köy vardır. Bu gün şehri çevreleyen Rodos kalesi 1309 yılında şövalyeler tarafından inşa edilmiş ve Osmanlılar tarafından bakım ve restorasyonu yapılmıştır. Bu gün bu kale içinde takribî 5000 kişi oturmaktadır. Rodos adasının nüfusu 89.000, şehrin nüfusu ise 46.000 kişidir. 1945 yılında Rodos’ta yaklaşık 11.000 Türk var iken bu sayı 1950 yılında 5600’a düşmüş ve bu gün de 2000 kişi kadar bir azınlık kalmıştır. Rodos Türklerinin çoğu İzmir ve havalisine göç etmişlerdir. Adaların iktisadî bakımdan durumları asırlar boyunca hep Anadolu’ya bağlı kalmıştır. Bu adalar coğrafî bakımdan incelenince her adanın şehri Anadolu’ya en yakın noktasına, hatta tam karşısına inşa edilmiştir. Rodos adasının şehri tam Marmaris’in karşısında, İstanköy’ün şehri tam Bodrum’un karşısında, Sömbeki adasının şehri tam Datça’nın karşısında olarak inşa edilmiştir. Hatta diğer Sakız ve Midilli adalarında da durum aynıdır. İdarî bakımdan Oniki Ada bir vilâyettir ve merkezi Rodos’ta bulunan bir vali tarafından idare edilir. Diğer adalarda ise kaymakamlar bulunur. Rodos’taki Türklere, arsa sahibi oldukları hâlde, otel inşa hakkı verilmemiştir. Onlar da ya otellerde görev alırlar veya değişik meslekler icra ederek yaşamlarını sürdürürler. Türklerin maddî durumları iyidir, aralarında milyarder yoktur ama, fakiri de pek yoktur.
Hepsinin sosyal ihtiyaçları, (sağlık, hastahane, emeklilik) garanti altına alınmıştır. Ancak, Türk okulları kapatıldığı için 20 yıldan beri sadece Yunanca tedrisat yapılır ve bu sebepten ötürü yeni yetişen neslin Türkçe’si çok zayıftır ve çoğu aralarında Yunanca konuşarak anlaşabilmektedirler. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Rodos ve İstanköy’de yaşayan 5 bin Türk’ün durumunu masaya yatırmayı plana aldı. İsviçreli parlamenter Andreas Gross başkanlığındaki İnsan Hakları Komitesi, Rodos ve İstanköy adalarına giderek Türk azınlığın durumunu inceledi. Nihayet 6 Mayıs 2009 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Azınlık Hakları Alt Komitesi üyesi İsviçreli parlamenter Andreas Gross ile on dört üye tarafından “Rodos ve İstanköy’ de Türk Azınlığı’nın durumu” konulu bir karar teklifi, konseye sunuldu. Karar teklifinde, insan ve azınlık haklarının korunmasının Avrupa Konseyi’nin temel çalışma alanı olduğu ifade edilerek Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy adalarında yaşayan Türklerin azınlık durumlarının incelenmesi gerektiği belirtildi. Bu teklif Rodos ve İstanköy’deki Türkler için tarihî bir öneme sahip. Çünkü iki ada, Yunanistan ile Türkiye’deki azınlıkların durumunu belirleyen 1923 tarihli Lozan Anlaşması imzalandığında İtalya’nın kontrolünde bulunuyordu. Adalar 1947’deki Paris Antlaşması’yla Atina’ya devredildi. Dolayısıyla Lozan’ın getirdiği ‘azınlık hakları’nın ve sonrasında iki ülke arasında yapılan nüfus mübadelesinin dışında kaldılar. Hakları kısmen güvence altına alınan Batı Trakya Türklerinin sahip olduğu haklardan uzaklar. Türkiye ile Yunanistan arasında zaman zaman yaşanan gerilimlerden en büyük zararı Rodos ve İstanköy’deki Türkler görüyor. Hakları kısıtlamak için uygulanan ‘mütekabiliyet’ esasından da en çok etkilenen yine onlar. Türkçe eğitimden kapatılan okullarının açılmasına, vakıf gelirlerinden müftü atanmasına ve vatandaşlık haklarına kadar bir dizi beklentileri var Adalarda yaşayan Türkler, Yunanistan’ın resmi söylemine göre ‘Yunan vatandaşı Müslümanlar’dır. Sorunları kendilerinin olduğu kadar yerel siyasetin de gündemindedir. Bu arada az da olsa bazı mahalli politikacıların azınlığın sorunlarına duyarlı olduğunu da söylemeliyiz.
Bunlardan biri, “Kos (İstanköy) adasındaki Müslüman Toplumunun Sorunları” adlı bir rapor hazırlayan Nikos Milonas’tır. Milonas hazırladığı raporda Rodos gibi İstanköy’de de önemli bir sorun olan vakıf konusunda Vakıf Yönetim Kurulu’nu belirlemek için yapılan halka kapalı, şeffaflıktan uzak seçimleri eleştiriyor. Rodos ve İstanköy’de Türkler’e ait vakıfların beş kişilik yönetimi Yunan makamlarınca seçiliyor. Bazıları belli bir dönem için, bazıları ise ölene kadar görev yapıyor. Ada halkının tasvip etmediği bu kişiler, vakıf mülklerine yönelik tasfiye kurumu gibi çalışıyor. Günümüzde Rodos’taki Türk vakıflarına ait 450 gayrimenkulden sadece 40 tane kalmış. Satış ve bağışlar yoluyla vakıf eserlerinin azaltılması birçok tarihi yapının varlığını da tehlikeye atıyor. İstanköy’de ise kalan sadece 35 dükkan ve arsa. Vakfın aylık gelirinin yüzde 60’ı vergiye gidiyor. Bu durum, vakıfların varlıklarını sürdürmesini her geçen gün daha da zorlaştırıyor. Onikiada Türklerinin önemli sorunlardan biri de, Türkçe ve din eğitimi. Türkçe 1972 yılından bu yana okullarda okutulmuyor. Osmanlı Devleti’nin ayrıldığı 1912’den Yunanistan’a devredildiği 1947 yılına kadar, anadil öğretimi konusunda adalarda herhangi bir sorun yaşanmamış. Sonrasında da Türk okulları varlıklarını sürdürmüş; fakat dersler Yunanca ve Türkçe olarak devam etmiş. 1972 yılında ise Türkiye’nin Bozcaada ve Gökçeada’daki Rumca eğitimi yasaklaması üzerine ‘azınlık’ olarak kabul edilmemelerine rağmen Türkçe öğretimi tamamen müfredattan çıkarılmış.
Çocuklar ana dillerini evde ailesinden öğreniyor. öğrenmek için Latin harflerini tanıdıktan sonra başlıyor. Türkçe ve din eğitimindeki sıkıntıya çare arayan Rodos ve İstanköy’deki Türkler, ortaokul ve lise çağlarında çocuklarını Türkiye’ye gönderiyor. Bu durum, evlatların ailelerinden kopması anlamına geliyor. Geri döndüklerinde ada toplumuna entegre olmakta zorlanıyorlar. Türkçe eğitiminde bir başka yol da Rodos’taki üniversitenin Akdeniz Bilimleri bölümündeki Türkçe dersleri. Sadece birkaç öğrencinin gittiği bölümde lisans seviyesinde ve yabancı dil olarak anadili öğrenme imkanı var. Rodos ve İstanköy’de iki yıl önce Türkçe kursları açılmış. Ancak adadaki Türkler sahip çıkmadığı için derneklerin öncülük ettiği bu girişim başarılı olamamış. İslamiyete ait din eğitimi de okul müfredatında yok. Din derslerinde Ortodoks Hıristiyanlık öğretiliyor ve dersleri papaz veriyor. Türk çocukları, din derslerinde sınıfta oturmak durumunda. Son yıllarda okul aile birliklerinin çalışmalarıyla din derslerinde Müslüman öğrencilere dışarı çıkma hakkı verilmiş. Ancak uygulamada sorun tamamen giderilmiş değil. Rodos’ta İslam’ı öğretmek amacıyla yaz kursları yok. Dini bilgileri sadece aileler öğretiyor. İstanköy’de ise yaz Kur’an kursu açılmış. Beklenilen kadar olmasa da ilgi var. Yaz başında 40 çocuk müracaat etmiş, şimdi 25 kişi devam ediyor. 15 yıl önce Ramazan ayında geçici olarak adaya gelen ve daha sonra geri dönmeyerek din hizmetlerini sürdüren Batı Trakyalı imam Şükrü Damadoğlu, Germe Camii’nde çocuklara ilmihal bilgileri ve Kur’an öğretiyor. Rodos ve İstanköy’de ilk ve ortaokulu bitiren çocukların yüksek öğretim konusunda iki alternatifi var; Yunanca kariyer için Atina’ya gitmek veya Türkçe gelecek için Türkiye’ye gelmek. Diğer seçenek ise adada esnaflık yaparak hayatlarını sürdürmek. Çoğu 3. seçeneği kullanıyor ve zaman içinde dil ve kimlik olarak sıkıntıya düşüyor. Sonuç olarak her geçen gün biraz daha unuttuğumuz sahipsiz Oniki ada Türklerinin bu gün çok önemli sorunları var.
Bu sorunları tekrar özetleyerek yazımıza son verelim; 1. Buralarda Osmanlı Türklerinden kalan kültür mirasının bakımı ve tamirlerine izin verilmemekte, tamirler göstermelik olarak yapılmakta ve eserler zamanın tahribatına bırakılmaktadır. Mesela Rodos adasında Süleymaniye Medresesi yıkılmak üzeredir. Yunan hükümeti Türklerin okul olarak kullandığı Süleymaniye Medresesi’nin altında bulunan eski Saint- Jean Kilisesi’nin ortaya çıkartılmasını bahane ederek buradaki okulu kapatmış ve medresenin temelini kazmaya başlamıştır. Aslında bu medrese, Rodos Türklerinin kurmuş oldukları Evkaf Dairesi’ne aittir.
Daha sonraki yıllarda yasal bir kılıf bularak Yunanistan Kültür Bakanlığı medreseye el koymuştur. Süleymaniye Medresesi, Türk çocuklarına ilk, orta ve lise eğitimi vermek üzere 1876 yılında inşa edilmiş tarihi bir binadır. Öğrencilerinin yüzde sekseninin Türk çocukları olması nedeniyle ilköğretim okulu işlevini sürdüren ve Türkçe eğitim yapan Süleymaniye Medresesi, 1972 yılında Yunan hükümetince gerekçesiz kapatılmıştır. Süleymaniye Camisi’ne göstermelik olarak kurulan onarım iskelesi, camide restorasyon yapılıyor görüntüsünü vermekte, ancak caminin diğer yüzü yıkılmaya bırakılmaktadır. Onarım işlemi de on yılı geçkin süredir devam etmektedir. Rodos ve İstanköy’de Osmanlı Türklerinden kalan kültür mirasının korunması amacıyla kurulan Evkaf Dairesi vardır. Ancak Yunan hükümetleri, Evkaf Dairesi’ne sürekli masraflar yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmakta, Evkaf Dairesini mali yönden güçsüzleştirmektedir. Yunan Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki bazen kendi fanatiklerinin görüşlerine uygun hareket eden Türkleri Vakıf Yönetim kurullarına atayarak gerçekleştirmektedir. Osmanlı döneminden kalan camiler, okullar, türbeler, imaretler, çeşmeler gibi eserlerin zamanın tahribatına bırakılarak yıkılmaları istenmektedir. Rodos adasının en görkemli yerinde bulunan bir eğitim binası olan Süleymaniye Medresesi’nin yıkılmasına izin verilmemeli; temelinde başlatılan kazı durdurulmalı ve yıkıma engel olunmalıdır. Uluslararası kamuoyunun da Rodos ve İstanköy’deki Osmanlı Türklerinden kalan eserlerin artık insanlığın kültürel mirası olarak görmeleri gerekir.
2. Rodos ve İstanköy’deki Türkçe eğitim yapan okullar günümüzde tamamen kapatılmış durumdadır. Buna bağlı olarak kardeşlerimiz Yunan okullarında seçmeli ders olarak bile kendi anadillerini öğrenmekten mahrumdurlar. İnsanların en doğal hakları dan biri olan anadilleriyle eğitim yapma hakkı Onikiadalardaki soydaşlarımıza verilmemektedir. Türklere anadilleriyle eğitim hakkı vermeyen Yunanistan, sadık bir Yunan yurttaşı olan Türklerin kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini de engellemektedir. Bu sorunlar daha da arttırılarak sıralanabilir. Bir temel gerçeğin Yunan hükümetlerince kabul edilmesi şartıyla Türk-Yunan barışı kalıcı olabilir. O da barışın karşılıklı menfaat ilişkileri üzerine kurulmasıdır. Barışın bu temel gerçek üzerinde kurulması için Yunan hükümetlerinin Rodos ve İstanköy Türkleri açısından yapması gerekenler şunlardır: Rodos, İstanköy ve Onikiadalardaki kültürel eserlerin korunmasına, bakım ve onarımına Yunan hükümetleri özen göstermelidir. Rodos ve İstanköydeki soydaşlarımızın Türk kimlikleri kabul edilmeli ve kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini engelleyen baskılara son verilmelidir. Rodos ve İstanköyde yaşayan Türk çocuklarına en azından ilköğretim düzeyinde Türkçe eğitim yapma hakkı sağlanmalıdır.” Türk kimliğinin Rodos’ta ve İstanköy’de unutturulmaması gerekir. Buralardaki tarihimize tanıklık eden eserler çürümeye terk edilmiştir.
Rodos’ta ve İstanköy’de Türk mimarisinin en güzel örnekleri bulunuyor. Yunan hükümeti Türk Vakıflarını baskı altında tutarak korumayı engelliyor. Bu eserlerin korunması gerekiyor. Yunan hükümeti, bazen göstermelik olarak restorasyon çalışmaları yapıyor. Ancak bu çalışmalarda Türk mimari tarzını değiştiriyor ve Bizans motifleri yerleştiriyor. Mesela Yunanistan hükümetinin restore ettirdiği Tarihi Osmanlı Saat Kulesi’ne restorasyon sırasında haç figürleri konulmuştur. 13Bir kaç nesil sonra burayı ziyarete gelenler buranın Osmanlı döneminden değil de Bizans döneminden kaldığını düşünebileceklerdir. Yunanlılar bu tarihi eserlerimizi tahrip ederek kendi kültürlerinin bir parçası haline getiriyor. Bu durum Türk kültüründen ziyade evrensel kültüre de olumsuz etki eder. Yunanistan nasıl Türkiye’deki kiliselerinin koruma altına alınmasını istiyorsa bizde Yunanistan’da bulunan kendi eserlerimizin koruma altına alınmasını istemeliyiz. Bu hem kardeşlik hem de insanlık borcudur.