Son günlerde basında iki konunun sürekli öne çıktığını görüyoruz. Biri; bir cemaat şeyhinin, Sakarya’da bir camide Vehhabi bir şeyhin vaaz verdiğini iddia etmesi ve Muhalefet’in de İçişleri Bakanı’na hem bu iddiayı hem de “selefi” olarak tanımlanan bazı grupların propaganda yaptığı ve silahlandığı yolundaki diğer iddiaları sorması. Vehhabilik’le iç içe geçmiş olan Selefilik kendinden başka herkesi kâfir ilan eden bir akım, kâfir ilan edilenler de onları silahla, savaşla ve terörle özdeşleştiriyorlar. Din, yüzyıllardır nefes almak için çabalıyor ancak alamıyor; dincilik-siyaset-terör üçgeni dünyanın yakasını bırakmıyor ve mabetlerin zaman zaman bunlara paravan yapıldığı da biliniyor. Bu durum, tüm dinler için geçerli.
Medyadaki diğer konu ise akın akın geldiği söylenen Afgan sığınmacıların hep genç erkeklerden oluşmalarının getirdiği tedirginlik! Temel neden “ekonomik” olarak gösterilse de Atatürk Cumhuriyeti’nin geleceğini düşünen beyinlerde soru işaretleri artıyor. Çünkü ülkeyi yönetenler yolsuzluk ve yozlaşma gibi toplumu çürüten konuları göz ardı ettikleri gibi, ne gömülü olduğu ya da kaybolduğu iddia edilen silahların ne de sınırları kevgire çeviren sığınmacıların durumu hakkında bilgi veriyor. Bu umursamaz tutum büyük çoğunluğu kaygılandırıyor. Yazımın girişini bu konulara ayırmamın nedeni yüz yıl önce bu topraklarda yaşanan “Pontus sorunu” na değinebilmek içindir.
15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıkmıştır. Atatürk Nutuk’ta, “Samsun’a çıktığım gün genel durum ve görünüm”başlıklı ilk bölümde şöyle der: “… Memleketin her tarafında, Hristiyan unsurlar gizli, açık, özel hırs ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çalışıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle belirlendi ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde oluşan ‘Mavri Mira’ kurulu, illerde çeteler kurmak ve yönetmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızıl Haçı ve Resmî Göçmenler Komisyonu; Mavri Mira kurulunun çalışmalarını kolaylaştırmaya hizmet ediyor. Mavri Mira kurulu tarafından yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşan gençler de dahil olmak üzere her yerde tamamlanıyor.” Yani en tepeden; hem dinin temsilcisi bir kurum hem alanlarında başat iki insanî yardım kuruluşu hem de eğitim kurumları her türlü “özel hırs ve amaçların” elde edilmesi için seferber edilmiş/olmuş durumda…
Atatürk’ün sunduğu ikinci belgeye göre; “Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulmuş ve İstanbul’daki merkeze bağlı olan ‘Pontus’ derneği kolayca ve başarı ile çalışıyor.” Yukarıdaki örgütlenme, açıktır ki, bir sivil toplum kuruluşunu da işin içine katarak “beş yapraklı yonca” yı bulabilme arayışında! “Özel hırs ve amaçlar” için kullanılan bu beş yapraklı yonca modeli günümüzde de işliyor/işletiliyor! Ülke ve dünya siyasetini takip edebilen gözler, işleyişi açıklıkla görebiliyor!
İlk bölümdeki Pontus konusu şu cümlelerle sonlanır: Karadeniz sahil bölgelerinde yaşayan Müslüman halk Rum Pontus hükümeti oluşturulacağı konusunda korku duymaktadır. Trabzon’da kurulan bir dernek, Müslüman halkın var olan haklarını korumak için uğraşmaktadır. Konu tekrar gündeme geldiğinde Atatürk şöyle der: “Genel konuşmamın başlarında bir Pontus sorunundan bahsetmiştim… Bizi çok uğraştırdığından burada ilgisi bulunan bazı noktalarına değineceğim.”
1840’tan beri Karadeniz’de, “eski Yunanlılığın diriltilmesi için”, Rize’den İstanbul Boğazı’na kadar çalışan bir Rum topluluğu bulunmaktadır. Bir Amerikan Rum göçmeni olan Rahip Klematios ilk Pontus toplantı ocağını İnebolu’da, halkın “Manastır”dediği bir tepede kurar. Örgüt üyeleri, eşkıya çeteleri kurarak da çalışmaktadır. Atatürk; “Genel Savaş sırasında, dışarıdan gönderilip dağıtılan silâh, cephane, bomba ve makinalı tüfeklerle Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri sanki birer silâh deposu durumuna gelmişti. Ateşkesten sonra, bütün Rumlar, ulusal Yunanlılık emelleriyle her tarafta şımardığı gibi Etniki Eterya Derneği propagandacıları ve Merzifon’daki Amerikan kurumlarınca manevi açıdan yetiştirilen ve yabancı hükûmetlerin silâhları ile nesnel olarak güçlendirilip yüreklendirilen bu bölgedeki Rum topluluğu da bağımsız bir Pontus hükûmeti kurmak emeline düştü.” sözleriyle açıklamalarını sürdürür.
Rum Metropolidi Yermanos’un yönetiminde bir ayaklanma hazırlığında olan Rumlar dağlara çekilir ve Amasya ve Samsun dolaylarında düzenli olarak çalışma başlatırlar. Reji Fabrikası Müdürü Tokomanidis Samsun’daki Rum komitecilerinin başıdırve Orta Anadolu ile haberleşmeye çalışmaktadır. Burada bir bilgi notu düşelim: Reji Fabrikası, 1887 yılında Fransız Reji Şirketi tarafından kurulan sigara fabrikasıdır. Bu sigara fabrikası, Osmanlı’nın, kendi kesesinden verir gibi ülkenin doğal servetini, dolaylı olarak da ticaretini yabancılara nasıl peşkeş çektiğinin örneklerinden sadece biridir. Ne yazık ki, aynı zihniyet 2002’den beri ülkeyi yönetenler tarafından örnek alınmaktadır.
Gazi’nin bundan sonra ayrıntılarıyla ortaya koyduğu tabloyu, her devir için geçerli olabilir düşüncesiyle okumak gerekir: “Bazı yabancı hükûmetler, Pontus’un kurulmasına yardım edeceklerine söz verdiler ve Samsun ve dolaylarındaki Rumların sayısını arttırmak için de Rusya’daki Rum ve Ermenileri Batum’da topladılar. Onları, Türk Kafkas ordularından alınıp Batum’da depo edilen silahlarla donatarak, kıyılarımıza çıkarmaya başladılar. Çetecilik etmek üzere, kıyılarımıza çıkarılabilecek birkaç bin Rum’u Sohum’da, Haralambos adında bir adamın başına topladılar.” Bunların, bazı yabancı temsilciler tarafından korunup silahlandırıldığını da vurgulayan Atatürk şöyle der: “Kıyılarımıza çıkan bu çeteciler, göçmen beslenmesi maskesi altında, yabancı hükûmetler tarafından beslenip giydiriliyordu. Yabancı kızılhaçlarıyla gelen subayların da örgüt kurmak, askerlik eğitimi vermek, geleceğin Pontus hükûmetinin temelini atmakla, görevli oldukları anlaşılıyordu.”
Osmanlı Padişahı sultanlığının ve halifeliğinin devamı için yabancıya yaranmakla meşgulken, “4 Mart 1919 tarihinde, İstanbul’da Pontus adıyla yayıma giren bir gazetenin başyazısında ‘Trabzon ilinde Rum cumhuriyetinin kurulması için çalışmak amacıyla yayımlandığı’ duyurulmuştu.” 7 Nisan 1919’da, yani Yunanistan’ın kurtuluş gününde, Samsun’da gösteriler düzenlendi. Rum Metropolidi Yermanos’un, yani din işlerinde patrikten sonra gelen bir din adamının “küstahça davranışları” Rumların düşünce ve isteklerini de yansıtmaktaydı. Bafra ve Çarşamba dolaylarındaki yerli Rumlar ise durmadan kiliselerde toplanmakta, örgütlerini ve donanımlarını güçlendirmekteydiler.
Tarih 23 Ekim 1919… İstanbul, Doğu Trakya ve Pontus için merkez olarak kabul edilir. Venizelos Pontus hükümetinin kurulması gerektiği konusunu açıklar ve İstanbul Patrikhanesi’ne bu yönde direktif verir. İstanbul’da gizli Yunan polis örgütü kurmakla görevlendirilen Albay Aleksandros Zimbarakakis de “Pontus jandarmasını düzene sokmak için Eyfel Yunan torpidosu ile bir subay grubu” gönderir. Aralık ortalarında Batum’da Pontus Rum Hükûmeti adında bir hükümet kurulacak, örgütlenmeye başlayacak, yeni yılın ortalarında kongresini toplayacak ve kongrenin bildirisi İstanbul’daki Rum Patrikliği’ne gönderilecektir. Atatürk şöyle der: “Pontusçular, 1920 senesi sonlarına doğru çalışmalarını büsbütün arttırarak bayağı ortaya çıktılar. Bizi, kesin önlem almak zorunda bıraktılar.”
Pontus çetecileri için; “İşi gücü; Müslüman köylerini yakmak, Müslüman halka karşı akla hayale gelmez yolsuzluklar yapmak ve adam öldürmek gibi, kana susamış bir sürünün yapacaklarından başka bir şey değildi.” diyen Atatürk, Türk halkının dikkatini çeker ve uyanık olmalarını ister. 3. Kolordu ve Erzurum’da bulunan 15. Kolordu, çeteleri kovalayıp yok etmeye başlarlar. Diğer yandan da ulusal örgütler kurularak halk silahlandırılır.
Beş yapraklı yonca peşinde olanlar yüz yıl önce Sevr demişlerdi, bugün Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) diyorlar, yarın da farklı bir ad koyabilirler. Şunu bilelim ki, yabancının -siyasetçi, diplomat ya da din adamı olsun- “küstahlığı” asla bitmeyecektir. Bunun için tek bir panzehir vardır: Her yönüyle vatana sahip çıkmayı bilen yöneticilerin işbaşına getirilmesi. Vatanseverlik de budur!
Bu bağlamda; 20 Temmuz’da yıldönümünü kutladığımız “Kıbrıs Barış Harekâtı” nın mimarı Başbakan Bülent Ecevit’i, şehit düşen Mehmetçiğimizi ve gazilerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz.
Aynı şekilde, Atatürk’ün; “Türk tarihinde bir dönüm noktası” olarak ilan ettiği Lozan Konferansı’nda, gösterdiği direnç ve dirayetle dünyanın hafızasına kazınan, Türkiye’nin tapu senedini milletine teslim eden II. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü saygı ve şükranla anıyoruz. Ruhu şâd olsun, Lozan Antlaşması’nın 99. yıl dönümü kutlu olsun!
Yazımızı İstiklâl Harbi kahramanı İsmet İnönü’nün şu sözüyle sonlandıralım: “Türk milleti her şeyden evvel, diğer müstakil milletler gibi, müstakil millet muamelesi görmek hakkını haizdir.”
Canan Murtezaoğlu