Ölçme-biçme yetkisi

Cemaat ve tarikatlara yönelik eleştirileri yüzünden hedef haline gelen ve çalışmalarına Almanya’da devam eden bir akademisyen ilahiyatçı, RTÜK tarafından önce yayın yasağı ile karşı karşıya kalan sonra da yoluna devam eden bir diziyi yorumlamış.

Kur’an ayetlerinin içeriği ile ilgili görüşleri nedeniyle sosyal medya lincine de uğramış olan ilahiyatçının yorumuna göre dizi, bir “derin muhafazakârlık” dizisi ve kurgulanmasında iktidarın elinin de olabileceğinin işaretleri mevcut. Gerekçesi ise dizideki söz konusu cemaat tüm yönleriyle ifşa edilirken, sadece içlerindeki kötüler hedef tahtası yapılıyor ancak karşısındaki “laikçi” kesim tümden ateş altında. Verilmek istenen mesaj da en doğru yolun İmam-Hatip eğitimi olduğu ve başörtüsüne sıkı sıkıya bağlı kalmak!

Buraya kadarki ifadeler ilahiyatçının yorumlarının özeti ancak Profesör’ün şuuraltı yer yer devreye giriyor. Örneğin “laikçi” kesimi temsil eden genç kızı seyrederken fevkalade rahatsız olduğunu belirtiyor; duruşu, oturuşu, giyimi kuşamı onu rahatsız ediyor; üstelik bu, sadece bir dizi içinde bir “rol” iken.  Diğer yandan itaatkâr, temiz yüzlü ve siyah tesettürlü genç kız için “onun gibi evladım” olmasını isterim diyor. Dizi, belli ki ilahiyatçıyı derinden etkilemiş. Bir kesim için sürekli “laikçi” ifadesini kullanırken, tenkit ettiği cemaat yapısı için örneğin “dinci” ifadesini ağzına almıyor. Muhafazakârlıkla başörtüsünü eşitleme gayretini de sergilemeyi ihmal etmiyor.

Sormak lazım din adına ahkâm kesenlere: Sizin elinizde nasıl bir hassas metre var da insanların imanını ölçüp biçiyorsunuz ya da bu ölçme-biçme yetkisini kimden aldınız? Bu soruyu siyasilere de sormak lazım! Bir de kendini kurtulmuş, diğerini de batmış görenler var. Örneğin bunlar, gençler ateist ya da deist olmasın diye çaba içindeler, sınırsız para dökenleri bile var. Bunlara da sormak lazım: Siz inancın bekçisi misiniz? Bu yetki İslam Peygamberi’ne bile verilmemişken sizin elde etmek istediğiniz nedir?

Dizi dünyası ve siyaset ilginç bir şekilde çakışıyor. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi” ne katıldı ve orada bir konuşma yaptı. (Basın 01.02.2024) Muhalif siyaset yerel seçimler nedeniyle yer kapma derdine düştüğünden pek de konu edilmedi Cumhurbaşkanı’nın sözleri. Konuşmasından şu bölümü verelim:

“… İslam’ın gaza ruhunu taşımayan bir Türklük tanımı ve projesi, aslında Türk milletini müzeye kaldırma, folklorik bir öge haline getirme teşebbüsleridir. Burada gaye milletin mayasını bozmak, dışarıdan sarsamadıkları kaleyi içeriden çökertmek, mümkünse teslim almaktır. Kampanyanın ikinci kulvarında ise farklı maskeler altında sahnelenen şeriat düşmanlığı vardır. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur. Dahası her iki tartışmanın da kelime-i tevhitten habersiz, elifi görse mertek zanneden cahil cühela kesimlerce köpürtülmesidir.”

Bu metne göre şu çıkarımları yapmak mümkün:

İslam olmadan Türklük olmaz.
İşin içinde İslam yoksa bir milletin mayası kolaylıkla bozulur.
İslam’ın hayata dair kurallarının adı şeriattır; şeriata düşmanlık dine husumettir.
Kelime-i tevhitten haberdar olmamak cahilliktir.

Çokça yorum yapabilirsiniz ancak hal böyle ise konuşma metni içinde geçen “inanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir ama…” ifadesi havada kalmaktadır çünkü herkes açık ve net olarak bilir ki adına İslam Cumhuriyeti kalıbı eklenen ülkelerde; “inanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesi” değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır.

İşte bu nedenledir ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti çok değerlidir; sadece kendi milletimiz için değil “biat” kültürüne boyun eğdirilen, tercih hakları ellerinden alınan tüm mazlum halklar için de değerlidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devam eden sözlerine göre: “İslam’ın hakikatlerinin egemen olması ancak din görevlilerinin gayretleriyle” gerçekleşecektir. “Irkçılık, asabiyye, mezhepçilik, tefrika, cehalet gibi sosyal marazları ortadan kaldırmak” ancak din görevlilerinin emekleriyle mümkün olacaktır. Din görevlileri, “kendilerini camilerle ve Kur’an kursları ile” sınırlamamalıdır. Din görevlileri irşat vazifesi başta olmak üzere tebliğ, tebyin ve temsil” görevini yerine getirme sorumluluğunu taşımaktadır.

Din dilinde tebliğ, “İslam’ın insanlara anlatılma şeklidir. Bir uyarma ve müjdeleme biçimidir.” (Diyanet Dergisi) Dinin temelini oluşturduğu kabul edilen tebyin; peygamberlerin, Allah’ın emir ve yasaklarını açıklamasını ifade ediyor. Temsil ise şöyle açıklanmış: “İslam mantık literatürüne göre; hükmün sebebindeki ortaklıklarından dolayı bir tikelin (bir bütünün bir tek parçasıyla ilgili olan) durumunu diğer bir tikelin durumuna delil getirmek. Mesela hurmadan yapılan şarap da üzümden yapılan şarap gibi haramdır. Çünkü her ikisinin haram olma sebebi sarhoş edici olmasıdır. Sarhoş etme burada haram olma hükmünün ortak sebebidir.” (TDV İslam Ansiklopedisi)

Merasimde söz alan Diyanet İşleri Başkanı’nın verdiği bilgilere göre, mezun olan din görevlisi sayısı 4.537. Ayrıca 500 civarında Aile ve Dini Rehberlik Merkezinde dinin değerleri ekseninde aileyi koruma, destekleme ve güçlendirme hizmeti veriliyor Türkiye’nin farklı yerlerinde. “Binlerce manevi danışmanla üniversite yurtlarındaki gençlere ve hastanelerdeki vatandaşlara manevi danışmanlık hizmeti” de esirgenmezken “sevgi evlerinden huzurevlerine, kadın konuk evlerinden cezaevlerine kadar pek çok alanda dini danışmanlık ve rehberlik hizmeti” de verilmekte Diyanet İşleri tarafından. Erbaş, çocuklar, gençler ve aileye yönelik hizmetlere özel önem verdiklerini de belirtiyor konuşmasında ve şunları söylüyor: “Bugüne kadar 1 buçuk milyona yakın yavrumuzun katıldığı 4-6 yaş grubu Kur’an kurslarımız, bu idealin bir yansımasıdır. Gençlerimizin inancını ve medeniyetini daha iyi tanımalarına ve her açıdan donanımlı yetişmelerine katkı sağlamak amacıyla ülkemizin dört bir yanında oluşturduğumuz gençlik merkezleri bu gayretin bir neticesidir.”

Şeytan ayrıntıda gizlidir, denir. Çağrı ve açıklamalardaki amacı birçok açıdan sorgulamak mümkündür. 2018’den beri yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nde din görevlilerine “tebliğ, tebyin ve temsil” konularında sorumlu olduklarını hatırlatmak farklı bir geleceğin habercisi olabilir mi? Bu görevlendirme ve çalışmalar sonucunda “inanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak bir tercih meselesi” olarak kalabilecek midir yoksa bütün bu gayret tercih hakkının önünün kesilmesi için midir?

Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, Batılıların Afrika’ya gelişini şöyle ifade etmiştir: “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim İncilimiz, onların toprakları vardı.”

Tarih boyunca dinin, özellikle semavi kabul edilen Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’ın çeşitli çıkar ve algı operasyonlarına âlet edildiği bilinir.

Ancak şu da bilinir: Âleme nizam vermeye kalkanların sonu hep hüsran olmuştur.

Canan Murtezaoğlu

 

Bunları da sevebilirsiniz