Ateş altında bile silah arkadaşlarına teşekkür etmeyi ihmal etmeyen, onları onurlandıran ve hak duygusunu her daim titizlikle koruyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Mareşal”rütbesi ve “Gazi” unvanını alışının 100. yılını idrak etmenin onurunu ve mutluluğunu yaşıyoruz.
O tarih, 19 Eylül 1921’dir.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması üzerine Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nde bir konuşma yapmış ve: “Efendiler! Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan muharebesi, pek büyük bir meydan muharebesidir. Harp tarihinde misli belki olmayan bir meydan muharebesidir…”demiştir. Aynı gün yani 19 Eylül’de kendisine, TBMM tarafından kanunla “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, yaptığı teşekkür konuşmasında ise şöyle diyecektir: “Kazanılan bu başarı, Yüksek Heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordumuzdur.”
O günkü ve daha sonraki başarılara giden yolun arkasında başka bir 19 Eylül daha vardır. Hak duygusunun, vatana ve millete sahip çıkmanın, haklı mücadelenin, aklın, doğruluğun, sabrın, iradenin ve adaletle söz söylemenin ilmek ilmek işlendiği günlere, 1919’un Eylül’üne gidelim.
İstanbul hükümetinin talimatıyla Kongre’yi engellemek için görevlendirilen Harput Valisi Ali Galip başarılı olamamış ve kaçmıştır. 4 Eylül’de başlayan Sivas Kongresi ise 11 Eylül’de sonlanmış, Erzurum Kongresi tüzüğünde yapılan değişiklikler neticesinde; Cemiyet’in adı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olmuştur. Temsil Heyeti bütün vatanı temsil edecektir.
Atatürk, 11-20 Eylül 1919 günlerine Nutuk’ta ayrıntılı olarak yer vermiştir. O günlerde süren mücadeleyi, silah ve yol arkadaşlarının da düşüncelerini yansıtması açısından çok önemli olan bu on günü, özetlemeye çalışalım.
Ali Galip olayında; Padişah’ın, Ferit Paşa hükümetinin ve yabancıların ortak olduğu belgelerle sabittir. Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşları “girişimin kuvvetini çeşitli hedeflere yöneltmekten kaçınarak bir noktada toplamanın daha ihtiyatlı olduğunu”düşünürler, “saldırı hedefi olarak yalnız Ferit Paşa hükümetini belirlerler” ve “gerçeği yalnız ve doğrudan Padişah’a bildirmekle durumun düzeltilebileceğini, girişimleri için hareket noktası sayarlar.”
11 Eylül’de, Padişah’a çekilmek üzere bir telgraf metni hazırlanır. Son olayların anlatıldığı metnin özeti; “İstanbul hükümetine ulusun güveninin kalmadığı”, “namuslu kişilerden meydana gelen yeni bir hükümetin kurulması” dır. Ulustan ayrılmayan ordu, İstanbul hükümetiyle hiçbir şekilde haberleşme ve ilişkide bulunmama kararındadır. Bu telgrafın kopyaları bütün kolordularca İstanbul’a çekilecektir.
“Sadrazam ortadan kaybolmuş gibiydi.” der Atatürk Nutuk’ta. Genel Kongre Heyetiimzasıyla çekilen bir telgrafla Sadrazam Ferit Paşa’ya “gafilce girişim ve hareketlerinin açığa çıktığı” bildirilir; ulusun, “Padişah’tan başka kimseye güveni kalmamıştır.”
Mabeyn-i Hümayun yani Saray Genel Sekreterliği’ne telgraf çekilmesine de İstanbul’ca engel olunmaktadır. Genel Kongre Heyeti, Sivas Telgraf Müdürlüğüne telefonla şu emri verir: “Bir saat içinde telgrafın çekilmesine izin verilmemesi durumunda İstanbul’la bütün Anadolu telgraf haberleşmelerini kesmeye mecbur olacağımızı üstlerinize bildiriniz.” Ancak, İstanbul Telgraf Başmüdürlüğü, “padişahlık yüksek katına olan bildirime” engel olacaktır. Bu durum karşısında, 12 Eylül günü bütün komutanlara ve illere genel bir bildirim yapılır: Doğru ve yasal bir hükümet işbaşına geçinceye kadar şu anki hükümetle yönetim bağlantılarının, İstanbul’la her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmalarının kesilmesine karar verilmiştir.
“Efendiler, ayın on ikinci günü İstanbul hükümetiyle genel olarak haberleşme ve bağlantı kesildi.” diyecektir Atatürk, Nutuk’ta ve en önemli konunun, milletvekili seçimini acilen sağlamak olduğunu vurgulayacaktır.
13 Eylül itibariyle bu konu üzerine yoğunlaşılır. Tüm birimlere ilk genel talimat gönderilir. Bildirimde; İstanbul hükümetinin ulusu aldattığı, seçimleri aylarca ertelediği, Ferit Paşa’nın Toros’un ötesindeki illerimizden vazgeçtiği ve bunun Barış Konferansı’nda verdiği nota ile anlaşıldığı, Aydın ilinde Yunanlılarla sınır belirleme girişimi gibi, ülkenin işgal edilmiş kısımları için “gafilce ve haince siyaseti” ile ülke ve ulusu parçalayacağı belirtilir.
Ferit Paşa hükümeti ise tutumunu sürdürmektedir. Atatürk bu durum için; “Ülkeyi günlerce başvurulacak bir yerden yoksun bırakmak elbette çok büyük sakıncaları doğururdu.” diyecek, emir şeklinde bildirecekleri kararları belirleyecek ve yazacaktır. Kongre’ce alınması düşünülen ve bütün ulusal örgüt merkezlerine gönderilecek ve duyurulacak olan önlemler, görüş ve fikirler alındıktan sonra Genel Kurul’ca görüşülecek ve uygulamaya konulacaktır.
Yeni bir hükümet kurulana kadar haberleşme merkezinin Sivas’taki Genel Kongre Temsil Heyeti’nin olacağını belirten ve “Irk ve mezhep ayırmaksızın” halkın her türlü hakkının güvence altına alınması, devlet memurlarının görevlerini ulusun yasal isteklerine göre yürütmeleri, istemeyenin görevden ayrılabileceği, ulusal isteklere uymayanların, kışkırtıcılık ve bozgunculuk yapanların “din ve ulusun kurtuluşu adına”cezalandırılacağı, hak, adalet ve huzurun sağlanması, ulusun isteklerinin Padişah’a sunulması gibi hususları içeren ve 7 maddeden oluşan bildirime, “kısmen hafif kısmen de oldukça şiddetli itirazlar, direnişler” olur. “Hatta girişim ve tehditlerle karşılaştık”diyecektir Mustafa Kemal.
Erzincan, Erzurum, Diyarbakır ve Malatya’dan gelen itirazlar; İstanbul hükümetine 48 saat süre tanınması, karşıtların bu durumu hilafete karşı isyan olarak gösterecekleri, memur ve asker maaşlarının ve gıda harcamalarının durumu, İngiliz’in etkisi altındaki İstanbul hükümetinin başka bir hükümet kuramayacağı, İngilizlerle yeniden savaşa girmenin sakıncaları, halk daha iyi aydınlatılana kadar konunun ertelenmesi gibi başlıklar içermektedir.
Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez heyeti de uzun bir rapor verir ve bildirilen maddelerden geçici bir yönetimin ilan edileceğinin anlaşıldığını, “Padişah’a dilekler bildirebilecek yolları, büyük bir sakinlik ve içtenlikle ve tatlı bir şekilde aramayı” tavsiye eder.
Temsil Heyeti üyelerinden olup ancak her türlü ricaya rağmen çalışmalara katılmayarak Trabzon’a dönen ve Sivas Kongresi’nde de bulunmamak için bahaneler uyduran Servet Bey ve 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da itirazlarını belirtirler. Mustafa Kemal Paşa önce ve sabırla Servet Bey’i yanıtlar ve yanıtını şu cümlelerle bitirir: “Bugün kaçınılmaz bir hareket varsa, o da İstanbul hükümetinin ulus ve vatanın yazgısını alçakça İngilizlerin isteğine bırakması ve kendi çıkarlarına kurban etmesidir. Buna karşı buraca alınan karardan başka bir karar alınmasına olanak varsa lütfen bildiriniz.”
Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı ayrıntılı açıklamayı da; “Bugün bütün Anadolu ve Rumeli’yi kapsayan Cemiyetimizin Sivas’ta bulunan tek Temsil Heyeti, Erzurum Kongresi’nde tüzüğün özel maddelerine uygun olarak seçilmiş dokuz kişiden beşinin katılmasıyla görev yapmaya devam etmektedir… Hakları, yetkileri ve çıkarları Doğu Anadolu illerinden doğal olarak hiçbir şekilde az olmayan Batı Anadolu’nun haklı ve doğru olan görüşlerini ve önerilerini dikkate almayarak onları mutlaka boyun eğen durumda bulundurmaya kalkışmak bizim aklımızın bir türlü kabul edemediği işlerdendir.” sözleriyle sonlandırır.
Bu arada Trabzon Merkez Heyeti’nden alınan ve Sadrazam Ferit’e çekilen telgrafın kopyası olan bir telgraf, tartışmalara âdeta nokta koyar. Halkın gerçek duygularını aktaran bu tarihi belgeyi olduğu gibi verelim: “İstanbul, Sadrazam Ferit Paşa Hazretlerine… Bugüne kadar Anadolu’dan yükselen ulusal feryadı Trabzon kendisine has ağırbaşlılık ve sakinlikle inceledi ve izledi. Ülkenin, bu duruma fazla dayanma gücü yoktur. Vatan sevginiz varsa, artık konumunuzu bırakınız, Paşa hazretleri.”
Halk görüş ve düşüncelerini kesin bir dille ifade etmişken, Mustafa Kemal Paşa’nın bazı silah arkadaşları hâlâ iç dünyalarını yansıtan tavsiye ve görüşlerini bildirmeyi sürdürürler. Kâzım Karabekir Paşa da tavsiyelerinde ısrarcıdır ve 17 Eylül’de yazdığı; “Heyet-i Temsiliye ve Kongre kararlarının daima imzasız, sadece ‘Heyet-i Temsiliye’ diye neşrini rica ederim… Yüksek şahsiyetinizin herhalde ortada tek bir şekilde görülmemesi memleket yararı gereğidir” ifadesini içeren şifreli telgrafı, Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşır.
Mustafa Kemal Paşa ise 19 Eylül 1919’da yazdığı cevapta yine sabır ve nezaketini koruyacak ve “Saygıdeğer kardeşim… Düşündüğünüz sakıncaları tamamen anlıyor ve değer veriyorum…” sözleriyle başladığı telgrafını şu cümlelerle sürdürecektir: “… Böyle umumi bir tâbirin işaret ettiği şahsiyetler ve kuvvet gizli kalıyor. Ortada mesul kimdir? Bazı taraflardan, bilhassa Kastamonu, Ankara, Malatya, Niğde, Canik gibi yerlerden, doğrudan doğruya şahsen makine başına çağrılmaya başlandım. Âdeta Heyet-i Temsiliye unvanı altında gizlenen şahıslarla, şahsî beraberliğim olup olmadığına dair tereddüt işareti hissolundu… Bütün cihan, benim bu işin içinde bulunduğumu bilir.”
Evet, bütün cihan biliyordu ancak yakın-uzak çevreden bazı isimler ve odaklar bu durumu kabul etmekte belli ki zorlanıyorlardı; tıpkı ebediyete intikalinin ardından, O’nun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve ebedî Başkomutan olduğunu bilen ancak bir türlü içine sindiremeyen, farklı siyasetlerle O’nun aklını, İlke ve İnkılâplarını devre dışı bırakmak isteyen “sözde siyasetçiler, aydınlar ve iktidarcılar” gibi… Ancak Türk Milleti, her hal ve şartta Ata’sına sonsuza kadar sahip çıkmakta kararlıdır…
Canan Murtezaoğlu