İnsanlık 2000 yılını, yeni bin yılın başlangıcı olarak büyük umutlarla karşıladı. Önceki bin yılın son yüz yılından siyasi ve ekonomik olarak birçok sorun devralınmışsa da hayat geriye doğru akmazdı. Bu düşüncelerle girildi milenyuma. Ancak ilk 21 yıllık zaman diliminde de umutlar henüz yeşermedi; savaşlar, siyasi ve ekonomik krizler, çöküşler, şiddet, insan hakları ihlalleri sürüyor.
“Her bilenden üstün bir bilen bulunur.” (Kur’an; Yusuf,76) ifadesi, on dört asır sonra iletişim dünyasının anahtar cümlesi halinde karşımıza çıkıyor. İnternet ortamına her adım attığımızda, ana yolda çıplak olarak yürüdüğümüzün bilincinde olsak da iletişim teknolojilerinin yarattığı imkânla gündemi anında takip edebilmek, bilgiye-belgeye ulaşabilmek ve sesimizi duyurabilmek önem kazanıyor. Diğer yandan, ilk bakışta net olarak algıladığımızı düşündüğümüz “bilgi” bir süre sonra soru işaretine dönüşebiliyor. Çünkü herkes kendi doğrusunu saniyeler içinde internet ortamına aktarabiliyor. Yarış büyük! Ancak bu yarış, bilgilenme ve farkındalık sağlamanın yanında, bulanıklık oluşmasına da neden oluyor. Gerçek de o bulanıklığın içinde! Onu oradan bulup çıkarmak ise belli bir çaba gerektiriyor. Kitleleri, “istenilen yöne” çekmek hem zor hem de kolaylaşmış görünüyor. Bu konuda son 21 yılın en önemli ve olumlu örneği, önceki ABD Başkanı’nı, ırkçı söylemleri nedeniyle protesto etmek için yapılan kadın yürüyüşü oldu; 500 binden fazla insan bir araya geldi. Yürüyüş, tek bir amaç için oluşturulan en büyük sosyal medya etkinliği olarak kabul edildi. (2017)
2000’den beri dünyada neler yaşandığına şöyle bir göz attığımızda, zıtlıkların, bulanıklıkların iyice arttığını görebiliyoruz.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gelir dağılımındaki farklılık artık “inanılmaz zenginlik” ya da “inanılmaz yoksulluk” olarak tanımlanıyor. Dünya nüfusunun dörtte birinden fazlası hâlâ temiz suya ulaşamazken, açlık çeken insan sayısı her geçen gün artarken, “sarı yelek” eylemleri ile insanlar sokaklarda hak ararken, aşırı liberal sistem uygulamaları mali krizlere neden oluyor. Dünyadaki temel sorunun ahlakî çöküş ve adaletsizlik olduğu bilinse de üstü örtülüyor.
İyi ve güzeli yakalamak için var olması gereken dinler; sömürü, kin ve nefret aracı olmaktan yüz yıllardır kurtulamıyor. Milenyumun 21 yıllık kısa hayat hikâyesinde, bir yanda “Allah ile aldatarak” yaşanan vahşetleri; eylemleri ve bu eylemlerle özdeşleşen Boko Haramları, IŞİDleri, Bin Ladinleri görüyoruz ve de Hac’da şeytan taşlayacağım diye birbirlerini ezen Müslümanların katliama dönüşen ibadetlerini izliyoruz. Diğer yanda da İslam Peygamberi’ni sözde küçük düşürmeye çalışan Charlie Hebdo zihniyetinin, “kitle imha silahları ve sözde demokrasi” masallarıyla ülkelere müdahale etmeyi kendinde hak gören bağnaz Hıristiyan Evangelist zihniyetin ve “vadedilmiş topraklar” Siyonist inancıyla sürdürülen İsrail-Filistin çatışmalarının yıkımlarına tanık oluyoruz. Yani siyasete ve hırslara âlet edilmiş bulanık inanç tablosu sürüyor. Bir diğer yandan da oy kullanma hakkını henüz elde eden Afganlı, Suudlu kadınlar için sevinelim mi yoksa bu haklara Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından geçen yüz yılın ilk yarısından beri sahip olan kadınlarımızın, kadın hakları konusunda yaşadıkları “kafa bulanıklığı” na üzülelim mi, bilemiyoruz!
Milenyum girdi gireli, arkalarındaki karanlığın asla aydınlatılmadığı terör odaklarının bombalı eylemlerle hedef aldığı maratonlar, yürüyüşler, okullar, gençlik kampları, meydanlar, millet meclisleri, konserler, pazar yerleri ve limanlarda yaşanan vahşet ve dehşet görüntülerini izlemeye devam ediyoruz. Yetmiyor; cinayetlerin işlendiği konsolosluk binalarında olanları okuyor, orantısız şiddet karşısında “nefes alamıyorum” sözleri ile hayata veda edenleri çaresizlik içinde seyrediyoruz. Kazananı olmayan, güç gösterisine dönen ancak binlerce insanın katledildiği, canları pahasına yollara düştüğü ve terör tacirlerinin ellerine düşmeleri mukadder olan binlerce yetim ve öksüz çocuğun ortada kaldığı, küçük bedenlerin kıyılara vurduğu bir dünya düzeni!
Milenyumun başlangıcı ile tıp alanından; embriyo evresinde genetik değişiklik yapılmış ilk bebeklerin doğduğu, ilk kez bir maymunun klonladığı haberleri gelse de dünya AIDS, deli dana, SARS, Ebola gibi daha önceleri bilinmeyen hastalıklarla karşılaşmaya devam ediyor. Verem, kolera ve tifo gibi yok edildiği düşünülen hastalıklar da geriye dönmeye başladı. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve Covid-19 olarak adlandırılan pandemi ise saltanatını sürdürüyor. İnsanlık bu mücadeleyi henüz kazanmış değil, çıkış nedeni de net değil! Dünya Sağlık Örgütü de yarasa ile insan arasında köprü kuran aracı hayvanı bulma çabasında!
2000’li yılların başlamasıyla; iklim değişikliği ve küresel ısınma buzulların her zamankinden daha hızlı erimesine neden olurken, yaşlı dünyamız depremler, tsunami felaketleri, kasırgalar, yangınlar, özellikle dünyanın akciğerleri olarak bilinen Amazon ormanlarındaki yangınlar ve yanardağ patlamaları ile âdeta alt üst oldu. Milyonlarca insanın yaşamı etkilendi, doğal hayat çok büyük zarar gördü. Yangınların çoğunun yeni tarım arazisi açmak için bilinçli olarak çıkarıldığı rapor edildi. Bu âfetlerden hafızalarda kalan ise, kasırga sonrasında 105 yaşındaki kadına destek olan 5 yaşındaki çocuğun ve yangın mağduru bir hayvana su içiren itfaiyecinin “dayanışma” görüntüleri oldu.
Milenyumla birlikte yeryüzündeki sorunların katlandığı ortada. Belki de bu sorunların itici gücüyle insanoğlu uzaydaki arayışlarını da hızlandırdı. Evrenin 13 milyar yıl önceki görüntüsünün Hubble teleskobu ile çekilmesi, sismik inceleme aracının Mars yüzeyine inmesi, Ay’ın güneşli yüzeyindeki su varlığının doğrulanması, Güneş’in bir milyar katı büyüklüğündeki bir kara deliğin keşfi, gelecek için önemli adımlar olarak kabul ediliyor.
Sonuç olarak; insan haklarına saygılı, savaşların yaşanmadığı, nimetlerin hakça paylaşıldığı bir dünya düzeni herkesin özlemi ve bu özlem elbette yeni değil! Ne yapılması gerektiği de bilinmez değil!
Son sözü Kur’an’a verelim:
“Doğrusu, bir ulus kendini değiştirmedikçe, Allah da onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d/Gök Gürültüsü,11)
Canan Murtezaoğlu