2020 yılının notlarına geçmeden önce yine bir bellek tazelemesi yapalım.
Tarih 9 Eylül 1922… Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in alınışı haberi üzerine ordulara gönderdiği mesajda: “İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakârlığı hürmet ve takdirle anarım. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin elde edilişinde de aynı istek ve fedakârlığı göstereceklerine güvenim tamdır.” demişti.
Üç gün sonra, Anadolu’nun kurtuluşu nedeniyle Atatürk’ün milletine bildirgesi; “Akdeniz, askerlerimizin zafer teraneleriyle dalgalanıyor… Ordularımızın kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmellikte kendisini gösterdi. Büyük zafer, özellikle senin eserindir. Büyük ve soylu Türk milleti, Anadolu’nun kurtuluşu zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selamını da sunuyorum.” şeklinde olmuştu.
Atatürk, 14 Haziran 1926’da, hayata geçmeden engellenen İzmir Suikastı’nın ardından da asıl hedefi işaret etmiş ve “Alçak teşebbüsün benim şahsımdan çok kutsal cumhuriyetimize ve onun dayandığı yüksek ilkelere dönük bulunduğuna şüphem yoktur.”demişti.
Emekli Emniyet Müdürü Ali Dikici; “Millî Mücadele’nin başlangıcından ölümüne kadar Atatürk’e karşı her bir süreçte farklı şekillerde gösterilen muhalefet, zaman zaman kin, nefret ve hesaplaşma duyguları ile onu öldürme girişimlerine kadar varmıştır.” diye yazar suikastlarla ilgili çalışmasının giriş bölümünde. (Polis Arşiv Belgelerine Göre Atatürk’e ve Diğer Devlet Adamlarına Yönelik Suikast Girişimleri) O günlerde bu faaliyetlerde bulunanların uzantıları bugünlerde de Atatürk’ün fikirlerini öldürme peşindedirler ancak çabaları beyhudedir ve Atatürk Cumhuriyeti “ilelebet payidar”kalacaktır.
Kurtarıcısına ve devletinin kurucusuna defalarca suikast girişiminde bulunanları, iç ve dış tertipçileri bu ülkenin genç kuşaklarına anlatmak Cumhuriyet’e borcumuzdur.
Değerli gazeteci-yazar Barış Terkoğlu, “yazıyorsunuz da ne oluyor” sorusunu şöyle yanıtlamış: “Harflerle kurulmuş o taş, vitrini çatlatıyor. Camlar yıkılınca gerçeğin kendisi dokunulabilir oluyor.” Biz de 2020’nin notlarındaki bazı gerçeklere dokunmaya çalışalım…
“Muasır medeniyet” e ulaşmak; akıllı telefona sahip olmak değil, olaylara başkasının gözüyle bakmamak, başkasının ağzıyla konuşmamaktır, diye düşmüşüm ilk notumu ve şöyle devam etmişim: Özellikle son yirmi yıldır beyinler işgal altında. O noktaya gelindi ki “bizden önce yoktunuz” dendiğinde, toplumun yarısı “evet, yoktuk” herhalde diyebiliyor. Diğer yarısı ise bu duruma gülüyor. Ancak gülmesin! Gülmek ve alay konusu yapmak yerine, her gün daha da büyüyen, modern görünümlü ilkelliğin artık farkına varsın. Varsın ve sonuç almak için çalışsın. Sonuç almak için yani suyun başını tutmak için azim ve kararlılıkla çalışsın. En yoksulla en zengin aynı şeyi alkışlar hale geldi, artık bu sürecin kapanması “farz” oldu. Çalışan bunun için çalışsın!
Nereden tutsak dökülüyor. Hükümet yetkilileri, çocuk yaşta evliliklerin önüne geçebilmek için aşiretlerle masaya oturmuş! Neredeyse asırlık bir Cumhuriyet’in hükümeti aşiret ağasının ayağına gidiyor. Amaç da pek bir can alıcı: çocuk yaşta evliliklerin önüne geçebilmek! Asıl neden bu mudur sizce yoksa seçim için ön yatırım mıdır? Çok seviyor ve koruyor siyasetçilerimiz aşiret ağalarını çünkü ağanın bir emriyle oylar sandıklardan taşıyor! “Ağa da bizimle eğleniyi”, alan memnun, veren memnun; tıpkı “Ama olsun Raif abi, Ayasofya ibadete açıldı, abi! Biden kazandı Raif abi, ama olsun Ayasofya ibadete açıldı abi!” cümlesinde olduğu gibi! Bu cümleler, ülkenin mevcut durumunun fotoğrafıdır, başka söze gerek yok! 2020’de, gelinen çelişki noktasını bu cümlelerle ifade ederek topluma bir uyanış ışığı yakan değerli sanatçı Turgay Yıldız’ı rahmetle anıyorum.
Notlarım, #tuzluktakikaşıklar etiketi ile devam etmiş. Ocağımın yanında oldukça büyük bir tuz kabı durur; içinde de iki küçük tahta kaşık! Kap doluyken birbirine hiç değmez o kaşıklar. Ancak geçen gün tuz alırken kaşıklar birbirine çarptı, baktım ki tuz iyice azalmış! En iyisi kabı sürekli dolu tutmak çünkü “varlık paylaşılır, darlık paylaşılmaz” mış! “Kendine müslüman” dinci iktidarların Tükiye’yi içine soktukları durum da boş tuz kabındaki tahta kaşıkların durumu gibidir.
2020, Covid-19’un pandemi olarak ilan edildiği yıldı. İstanbul’da her yirmi kişiden birinin “pozitif” olduğu, sağlık çalışanlarında tükenmişlik sorununun arttığı günlerde bir haberci, gelen geçene mikrofon uzatarak AVM’lerdeki temizlik konusunu irdeliyordu. Bir gencimizin cevabını aynen not almışım: “Masanın dezenfektan edildiğini görmedim.”Vallahi haklı, ben de bugüne kadar masanın “dezenfektan” edildiğini ne duydum ne gördüm! Bu genç için üzülmeli miyiz? Suçlu kim? Başıboş eğitim sistemi mi, Türkçeyi önemsizleştirmeye çalışan sözde eğitimciler mi, sosyal medyada harfleri budayarak yazı yazdığını sananlar mı, yabancı bir dilin kelimelerini kullanarak üstünlük sağladığını düşünenler mi ya da bilgisi olmayan fikir sahipleri mi? Oysa ki, on asır önce atalarımız; “Dünyada bilgiden daha aziz ne var; bilgisiz denmesi, insan için ağır hakarettir.” dememiş miydi? Çocukluğumuzda hep şu cümleyi duymaz mıydık: “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp!”
Bugünlerde toplumdaki temel sorun Covid-19 gibi görünse de asıl sorunumuz cehalettir ve bu cehalet zenginde de var, fakirde de var, eğitimlide de var, eğitimsizde de var. Cehalet âdeta toplumu esir almış ve bu cehaletin elleri yüzüncü yıl seçim sonucunu belirleyecek. Prof. Dr. Sina Akşin şöyle diyor: “Kadının toplum hayatından soyutlanması, onun kültür düzeyinin de düşürülmesi demektir. En önemli kültür aracı dilimizdir, en temel eğitim ananın çocuğuna dili öğretmesidir. 500 sözcük bilen ananın yetiştireceği erkek çocuk başka, 1.500 sözcük bilen ananın yetiştireceği erkek çocuk başka olacaktır. Demek ki, kadınların eve kapatılması, erkeklerin de düzeyinin düşmesiyle sonuçlanacaktır.”
Bilmemek, öğrenmemek deyince de aklıma, Hazine ve Maliye Bakanlığından, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek istifa eden ve ortadan kaybolan damat ve bakan Berat Albayrak geldi. Albayrak’ın; “At izi it izine karıştı” ifadesinin yer aldığı istifa mektubu âdeta ilkokul Türkçesi ile yazılmış bir metin… Bakan’ın kaleme aldığı metindeki Türkçe yanlışları akıl alır gibi değil; imlâ, noktalama hatalarının yanı sıra anlatım bozukluğu, -de, -da ek/bağlacındaki yanlış kullanım ilk bakışta göze çarpıyor. Damat Albayrak, “Cenab-ı Allah bizleri Sırat-ı Mustakim’den ayırmasın. Sonumuzu hayreylesin.” cümlesiyle bitirmiş istifa mektubunu. Acaba Sırat-ı Mustakim’i köprü mü zannediyor, diye sormuşum! Köprüler yandaş ellerde olduğuna göre, geçerim diye düşünmüş olabilir mi, bilmiyoruz. Hangi köprüden geçer, nasıl geçer onu da bilemiyoruz ama Kur’an’ın tanıttığı Allah, Damat ve benzerlerine pek de köprü sunacak gibi görünmüyor!
Yukarıdaki Damat örneği, kaderine boyun eğenlerin, beyinlerine kadercilik işlenmişlerin tuttuğu bir yoldur. Bu yapıyı Kurtuluş mücadelemizde de görüyoruz. Kuva-yı Milliye’nin mücadeleye devamı konusunda kamuoyunun yoklanması söz konusudur. Kâzım Karabekir Paşa fikrini; “… gelecekteki durum ve hareketlerimizde olayların akışına ayak uydurulur” şeklinde açıklar. İstanbul’un fiili işgalinden yaklaşık yirmi gün önce ortaya konan bu fikre karşılık Mustafa Kemal Paşa şöyle diyecektir: “Ben yalnız bir noktaya işaret etmekle yetineceğim. O nokta, olayların akışına göre hareket etmeye boyun eğmektir. Biz elbette işi böylesine bir kaderciliğe bırakamazdık. Tam tersine, olayların akışının ne olabileceğini önceden sezinleyerek, karşı önlemlerini düşünmek ve anında kararlı olarak uygulamak yanlısıydık. İşte bu amaçla, daha önceden kamuoyunu yoklamaya başlamıştık.”
Demek ki insandan beklenen umutsuzluğa kapılmak değil, “iyi” adına değişimi başlatmak, kaderciliğe karşı çıkarak kararlılıkla sonuç getirecek adımlar atmaktır. İnsanları; aklını işletmekten yoksun bırakan, hür iradelerini engelleyen, hak duygusunu zedeleyen ve bütün sorumluluğu da Yaratıcı’ya yükleyen “kadercilik” aldatmacasını daha ne kadar kabullenip sırtımızda taşıyacağız?
Değişim, herkes acıyı hissettiğinde başlar! Karmaca 2020’in ilk yazısını Çanakkale Kara Savaşları sırasında Mustafa Kemal’in 19.Tümen birliklerine verdiği emir ile bitirelim: “… Bu sırada uyku ve istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebep olabileceğini hepinize hatırlatırım…”
Gözlerdeki bağları artık çözelim… Atatürk, ülkemizin Kutup Yıldızı’dır; izlenmediği için, sağındaki solundaki sözde yıldızlarla yüründüğü için yetmiş yılı aşkındır dinci yönetimlerin elinde oyuncak olduk ve bugün de 1923 öncesi bir zihniyetle yönetiliyoruz.
“Kurtuluş ve Kuruluş” un partisi “Halk Fırkası” nın, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 99. yılı kutlu olsun.
Canan Murtezaoğlu