Mustafa Kemal Atatürk şöyle der:
“Çok söz, uzun söz bir şey için söylenir, hakikati anlamayanları hakikate getirmek için… Ben bu devirleri geçirdim, şimdi sözden ziyade iş zamanıdır. Artık benim için, hepimiz için çok söz söylemeye ihtiyaç kalmadı kanaatindeyim. Bundan sonra bizim için faaliyet, hareket ve yürümek lâzımdır.”
Büyük Önder, ebediyete göçtükten sonra bu “yürüyüş” gerçekten yapıldı mı? Yapıldıysa, “referandum” da neden “evet” kazandı? Neden; cumhuriyet, demokrasi ve insanlık için ayağa kalkanlar ve “hayır” diyenler kazanamadı? Sonuç olarak sistem değişti; parlamenter sistem gitti, “Türk tipi başkanlık”olarak nitelenen bir sistem geldi! Geldi gelmesine de…
Dört yıl öncenin ortamında biraz dolaşalım…
Yılın ilk günlerine “sahte yoklama pusulası”damgasını vurur. Emekli Sandığı Kanunugörüşmelerinde Meclis’te olmayan iktidar milletvekilleri yerine kutuya yoklama kâğıdı atılmıştır. Bu durum muhalefet tarafından kayıt altına alınır ve yoklama yinelenir. Bu kez de ismi pusulaya yazılarak kutuya atılan iktidar milletvekillerinin birçoğunun Meclis’te olmadığı kesinleşir. Takke düşmüş kel görünmüştür, sahte pusulayla yoklama yapılmıştır. “Boş kâğıtçılar” nedeniyle Meclis hafta başına kadar tatil edilir.
Anayasa değişikliği teklifi için görüşmeler başlamıştır. “Demokrasi tramvayı” bakalım nasıl yol alacaktır? Ancak Meclis çatısı altında yaşananlar, utanmasını bilenler için utanç vericidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası TBMM çatısı altında her türlü hileyi yapanları, oy kullanmak için aynı anda aynı kabine üç kişi olarak girenleri, “sana ne lan” diyenleri şöyle tarif etmiş: Muhteris hizip!
25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” nedeniyle de belirtelim ki, o günlerde TBMM çatısı altındaki bu muhteris hizbin erkekleri de kadınları da muhalefetin kadın vekillerine şiddet uygulamıştır. Balık baştan koktuğu sürece, siyasi söylemler/eylemler “şiddet ve olumsuz ögeler” içerdiği sürece insanın insana şiddeti bitmeyecek ve bu zihniyet, toplumu yavaş yavaş esir alacaktır.
“Keşke Yunan galip gelseydi; ne hilafet yıkılırdı ne şeriat yıkılırdı!” zihniyetinin destekçileri parlamenter sistemden rahatsızdır. Yunan demişken, 9 Ocak 1920’de Atatürk’ün, Yunanlıların resmi ve gayri resmi, Aydın vilayetinin kendilerine bağlandığını ilan ihtimaline karşı komutanlara çektiği gizli telgraftan birkaç satır aktaralım: “… Mesele vatan ve milletin hayatıyla ilgilidir… Memleket bir felakete maruz kalabilir… Bu nedenle bir takım vatansız ve dinsizlerin propagandaları, bizim için uyulacak bir kural olamaz. Gaye, vatanın ve milletin kurtuluşudur…”
Tarih kendini tekrar mı etmektedir? Getirilmesi düşünülen yeni sistem memleket için yararlı mı yoksa zararlı mı olacaktır? Mustafa Kemal Atatürk, uyulmaması gereken yolu göstermiştir.
20 Ocak 2017’de, anayasa değişikliği teklifi Meclis’e sunulur, beşte üç oy sayısı olan 330 aşılır ve referandum kararı verilir. Ana muhalefet istikrarlı direniş gösterse de çelik çomak oynayan diğerleri sonuç alır.
16 Nisan bir halk oylaması mıdır yoksa bir genel seçim midir? Onaylatılmak istenen nedir/kimdir? “Evet” kanadında somut bir cümle yoktur; sadece küfür, sataşma ve yüksek sesle bağırma vardır; tıpkı kutsal metindeki gibi: “Onlardan güç yetirdiğini sesinle yerinden oynat. Atlıların ve yayalarınla yaygara çıkarıp üzerlerine çullan. Mallarda, evlatlarda onlara ortak ol, onlara ha bire vaatte bulun.’ Şeytan onlara bir aldanıştan başka ne vaat eder ki?!” (İsra, 64)
Anayasa değişikliği, 16 Nisan 2017’de halkın oylamasına sunulur, seçmen mevcut Anayasa’nın 18 maddesi üzerinde yapılan değişiklikleri oylar. Halk oylaması Stefan Zweig’ın sözlerinde ete kemiğe bürünmüş gibidir:
“Tek bir evet, tek bir hayır; bir anlık erken davranma ya da bir anlık geç harekete geçme; bu ânı, yüzlerce kuşak da geçse asla geri getiremez ve bu yitirilen an bireylerin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün insanlığın yazgısını belirler.”
Yeni sisteme karşı olanların aslında millete karşı oldukları vurgulanır. Peki bu sistemle, milletin son kullanım tarihinin 16.04.2017 olmayacağının garantisi var mıdır?
Ünlü bir siyasetçi de şöyle diyecektir: “Kendilerini, ailelerini koruma altına alma anayasasıdır bu!”
Bu referandumun temel nedeni, 2003’ten beri şu veya bu şekilde kesintiye uğrayan, Türkiye’nin eyaletlere bölünmesi yani Büyük Ortadoğu Projesi midir? 10 Aralık 2002’de, Beyaz Saray’da nasıl bir görüşme yapılmıştır? 11 Eylül’ü yaşamış olan ABD ılımlı İslam’ın temsilcisini mi aramaktadır? ABD sözcüsünün, “22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceği, Türkiye’nin de bunların içinde olacağı” cümlesi nasıl değerlendirilmelidir? Türkiye’nin “laik Atatürk Cumhuriyeti” muhteşem (!) dış güçleri neden bu kadar rahatsız etmektedir ya da asıl rahatsız olanlar; iktidar olabilmek ya da iktidarda kalabilmek için bu dış güçlerin kapılarını aşındıranlar mıdır?
Mikrofondan ayar çekmeye çalışan iş dünyası, birilerini kıs kıs güldürmekten öteye geçemez. Bazıları da çok önemli görevlerinden ayrılır. Muhalefetin bir vekili şöyle diyecektir: “Siz bu kadar ezdirdiğiniz için vatan da bu kadar eziliyor!” Ancak ne gam! Balığa çağıran iş adamları olduğu sürece, kurumlar milletin gözünün içine baka baka hukuksuzluk yaptığı sürece, her türlü sahtekârlığı bilip de secde etmeye devam eden sözde inananlar olduğu sürece ne gam…
“Tarafsız bir muhtar olarak partili bir cumhurbaşkanının davetine katılmam tarafsızlığımı tartışılır hale getirecektir”diyen bir muhtarın tavrı ise umudun var olduğunu gösterecektir. Elbette ki savcılık söz konusu muhtar hakkında soruşturma açmak için Adalet Bakanlığı’na fezleke gönderecektir.
Çok geçmeden yeni sistemin âdeta bir saadet zincirine dönüştüğü görülecektir. Oysa ki bu millet ne çok çekmiştir saadet zincirlerinden! 2021 yılına gelindiğinde ise el âlemin zincirine halka olmak istemeyenlerin sesi duyulmaya başlayacaktır.
Bu yıla damgasını vuran bir önemli eylem de muhalefetin başlattığı “Adalet Yürüyüşü” dür. Bu yürüyüşü tenkit eden bir parti başkanı şimdilerde Saray’ın bahçelerinde, odalarında yürümektedir. Eee, tabi ona ve benzerlerine saray bahçeleri yakışır!
Notlarımıza devam edelim…
O günlerde yaralı bir gazimizin şehirler arası otobüsle evine gönderildiğini yazan basın, Mardin’de bir çobanın, sırtında taşıdığı yaralı dağ keçisini tedavi ettirebilmek için 17 km yol yürüdüğünü de yazacaktır. Şaşıracak bir şey yok; ilki dincinin doğasını diğeri de insanın doğasını temsil etmektedir.
Yılın önemli bir olayı da “ömrümü İslam’a adıyorum” sözlerinin sahibi iktidar mensubu İBB Başkanı’nın istifa etmesidir. Başkan istifa ederken; “İnsan her şeyi affeder ama adam yerine konmamayı affedemez!” der. Diğer yandan iktidar mensuplarının ömürlerini hangi İslam’a adadıkları kocaman bir soru işaretidir. Eğer yönetenlerin adları; yalan, talan, aldatma, aldanma, kul hakkı, adaletsizlik, yolsuzluk, haksızlık, hukuksuzluk, yoksulluğun kullanılması ile anılıyorsa bu ne tür bir adanmışlıktır ve hangi İslam’la açıklanabilir?
Yabancıların İstanbul’la ilgileri göz yaşartmaktadır. İtalyan Assorestauro Birliği Başkanı Alessando Zanini, İstanbul’da, sürekli sismik hareketlerin olduğunu vurgular ve “Artık kaybedecek zamanımız kalmadı. İstanbul hem Roma hem Bizans hem de Osmanlı mirasına sahip bir şehir. Çok acil bir şekilde bu projeleri hayata geçirip tamamlamak zorundayız.” der. (basın) Bu nedenle 51 proje birlikte yürütülmektedir! Kanal İstanbul bu projelere doğrudan ya da dolaylı olarak dahil midir, bilinmez!
Müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesi muhalefeti ayağa kaldırır. Ancak bir şey yapılamaz. Niteliği olmayan ancak niceliği olan eller kaldırılmış ve iş bitmiştir. O eller değişmezse, sadece nikâh değil, binlerce kız çocuğunun hayatına da kıyılmış olacaktır. O eller artık değişmelidir…
Diyanet, müftülere “çocuk-cami buluşmaları, apartman sohbetleri, KYK programları, işyeri-fabrika sohbetleri, kahvehane ziyaretleri, aile okulu seminerleri, panel, ev sohbetleri, sabah namazı buluşmaları, köy sohbetleri, iftar programları, aile buluşmaları”düzenlenmeleri için talimat verirken (basın) laik Cumhuriyet’in değerlerine inananlar hangi çalışma içindedirler? Apartman komşularımız, sokağımızdaki komşumuz, yakın çevremizdeki esnaf bile bizler için “uzaktaki köy” ise, Atatürk Cumhuriyeti’nin değerleri nasıl korunacaktır?
Bütün bunları aşmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünü hatırlayalım; “Ne ezen ne de ezilen vardır, sadece zulme izin verenler vardır, o kadar!” Uyarı açık ve nettir: Yapılan yanlışlar kanıksanmamalı, zulme izin verilmemelidir. Toplumun yararına olmayan her ne ise o gündeme getirilmeli, bıkmadan usanmadan yazılmalı, yerde/gökte her yerde durmadan konuşulmalı, anlatılmalıdır.
Devleti başkasına teslim eden aldatılmışlara devlet teslim edilemez!
Ya kendi dünyamızı yaratırız ya da başkalarının yarattığı dünyada oyalanırız.
Büyük Türk hakanı Atilla; “Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu da koca bir ülkeyi kurtarır.” demiştir. Bu durumda bir harf de bir ülkeyi kurtarır: Ya cesaret ya esaret!Selam olsun 2017’nin günlerine…
Canan Murtezaoğlu