Neden Özdemir Sabancı seçildi katledilmek için? Neden başka bir otomotiv üreticisi kuruluşun yöneticisi değil de o? Veya neden başka bir iş kolundan değil de otomotiv sektöründen birisi seçildi? Bunun gibi birçok soru daha sorulabilir. Ancak bu yazıda soruları çoğaltmaktan çok, olaylar arasındaki ilginç bağlantılara ve çelişkilere dikkat çekilmesi planlanmıştır.
Özdemir Sabancı olayına yakından bakıldığında, terör boyutu, adli ve hukuki boyutu, ekonomik boyutu ve komplo teorisi boyutu da bulunan çok boyutlu bir karmaşa yumağı göze çarpacaktır.
9 Ocak 1996 tarihinde, bundan 26 yıl önce, Sabancı İş Merkezi’nin üst katlarından gelen haber Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştü. Özdemir Sabancı, iki çalışma arkadaşı ile birlikte, özel ofisinde – vahşice, haince, profesyonelce (adına ne derseniz deyin) – katledilmişti.
Kimdir Özdemir Sabancı? SABANCI Holding’in, otomotiv sektörünün beyniydi. Katledildiğinde, TOYOTA’nın 5000 kişiye iş imkânı sağlayacak otomotiv fabrikasını Türkiye’de kurdurmaya çalışıyordu. Bu katliamdan sonra TOYOTA rotasını Fransa’ya çevirdi ve bu fabrika 1997 yılında Fransa’da kuruldu.
Bakmayın siz asıl hedef Sakıp Sabancı idi iddialarına. Böylesine kusursuz bir olayda, Sabancıların çaycısının 20 metre aralığındaki iki odayı karıştıracağına inanmak zor olsa gerek. Doğaldır ki, böyle bir özel görev için seçilecek şahıslar hakkında bir takım inceleme ve araştırma faaliyetleri yürütülür ve çok özel yetenekleri olan kişiler seçilir. Sabancı’ların çaycısı Fehriye Erdal hakkında da benzeri seçme çalışmaları yapılmıştır. Bir gazetemizin yayınladığı habere göre, Fehriye Erdal’ı Sabancı’lara öneren şahıs emniyetin tanınmış isimlerinden Hüseyin Kocadağ’dır. Yani Susurluk’taki meşhur kazada Abdullah Çatlı ve Sedat Bucak ile aynı otomobilde bulunan ve hayatını kaybeden Emniyet Müdürü.
1980’lerin sonrasında Sabancı Holding’in yüklendiği ilginç bir misyon göze çarpmaktadır; Türk ekonomisini Uzak Doğu’ya açmak veya Uzak Doğu sermayesini Türkiye’ye çekmek. Bu iki yönlü ekonomi otoyolunun karşı ucunda ise çok güçlü bir aktör olarak Japonya bulunmaktadır. Japonya’nın bu işbirliğindeki hedefi, Türkiye üzerinden Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya petrollerine yakın bir bölgede ekonomik üs oluşturmak şeklinde özetlenebilir.
Bağlam Yayınları’ndan 1993 yılında çıkan “Su Sorunu, Türkiye ve Orta Doğu” isimli kitabın 45’inci sayfasında bu amacın ifadesini açık bir şekilde görebiliyoruz.
“…Bu hedefleri karşılamanın yolu, Japonya açısından Orta Asya’ya ve Orta Doğu’ya Türkiye üzerinden yönelen hevesleri iyi kollamaya bağlıdır. Sözü edilen hevesler yazık ki eninde sonunda, bir yerlerde sıcak çatışmayı getiriyor, kanı, acıyı, ölümü gözyaşını getiriyor…”
Belki de yanılıyoruzdur. Olay sıradan bir terör eylemidir. Bu noktada Sayın Prof. Erol Manisalı kadar komplo teorisi izleri aramıyoruz ancak olaylar arasındaki bağlantılar bizi bu şekilde düşünmeye zorluyor.
Katliamdan hemen sonra basına verilen görüntülerdeki tarihlerin 1996 yerine 1995’i yansıttığı ifade edildi. Düzeltici açıklama “yeni yıla geçişte tarih değiştirilmesinin unutulduğu” şeklinde idi. Halbuki, tarihleri bu tür güvenlik sistemlerinin bilgisayarları otomatik olarak değiştirmektedir.
Diğer yandan; teröristlerin binaya giriş görüntüleri basına verildi ama çıkış görüntüleri kamuoyu ile paylaşılmadı. Soruşturmanın selameti açısından diye düşünülebilir. Peki, girişteki görüntüler soruşturmanın selametini bozmuyor mu? Fehriye Erdal’ın çay demleme yardımını saymazsak, bu olanlar bizi içerden çok güçlü yardımlar alındığı sonucuna ulaştırmaktadır.
Sakıp Sabancı’nın aynı dönemlerde kaleme aldığı ve devlete daha fazla ekonomik, sosyal ve kültürel sorumluluk yükleyen GÜNEYDOĞU RAPORU, Türkiye içindeki bazı güç odaklarını harekete geçirmiş olabilir. Yani birkaç yönlü gözdağı hedeflenmiş olabilir. Zaten seçilen yere dikkat edilirse “sizi en güçlü olduğunuz yerde imha ederiz” mesajının izleri görülecektir. Çünkü katliam mekânı Sabancı’ların en güçlü olduğu ve koruma tedbirlerinin en üst düzeyde olduğu mekandır. Sabancı Ailesi halkın içinde olan, Ali Sabancı’nın deyimi ile hafta sonları halkla yan yana balık tutabilen bir ailedir. Yani daha kolay olan yöntem yerine daha zor olanı tercih edilmiştir.
Olaydaki diğer bir ilginç nokta, seçilen oyuncuların kolayca ortadan kaldırılabilecek nitelikte olmasıdır. Katiller hep bu korkuyu hissederek yaşadı. Bu nedenle teröristlerden Mustafa Duyar ölüm korkusu ile yaşamaktansa Türk adaletine sığınmayı tercih etti. Duyar’ın teslim olduğu gün, eşime onun öldürüleceğini söylediğimde yüzüme itiraz eder gibi baktı. Ne kadar ilginçtir ki, bir Orta Anadolu şehrinin hapishanesinde isyan çıkıyor ve göstermelik bir iki kişi yaralanıyor. Tek öldürülen kişi Sabancı’nın katili Mustafa Duyar.
Belçika’da ortaya çıkan Fehriye Erdal’ın macerası daha tuhaf. Önce tutuklanıyor, yargılanmaya başlıyor, sonra şartlı salınıyor. Türkiye’nin iade istemi Belçika tarafından reddediliyor. Belçika bu olayda, Türkiye’de Belçika mallarına karşı Sabancı Holding’in önderliğinde yürütülebilecek bir ambargoyu göze alabilmiştir. Diğer bir ifade ile, her ne gizlenmek isteniyorsa, Belçika-Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerden daha büyük bir amaca hizmet etmektedir.
Özetle Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi sıradan bir terör eylemi veya herhangi bir örgütün rastlantısal tercihi değildir. O dönem itibarı ile 10 Milyar dolara ulaşan Türk otomotiv pazarındaki rekabetin bu katliamda payının olup olmadığı çok iyi etüt edilmelidir. Sabancı ailesi, Uzak Doğu açılımını gerçekleştirerek bu pazardaki batı payının önemli bir bölümünün Uzak Doğu’ya geçmesini sağlamıştır. “Su Sorunu, Türkiye ve Orta Doğu” isimli kitapta belirtildiği gibi; bazı hedefler kanı, gözyaşını ve acıyı beraberinde getirmiştir.
Bu olayda basına, kamuoyuna, devlete, hukuk sistemine Sabancı ailesine ve kısaca hepimize düşen roller bulunmaktadır. Basına ve kamuoyuna düşen rol: bu tür saldırılardaki zemini çok iyi algılayabilmek. Olayların arkasındaki fona yoğunlaştığımızda, eski bakanlardan Gün Sazak’ın, gazeteci Uğur Mumcu’nun, Doç.Dr.Hablemitoğlu’nun öldürülmesinde ve Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesinde farklı çıkar çatışmalarının izlerini görebiliriz.
Şu ana kadar büyük olgunlukla davranan Sabancı ailesine ise hepimizden büyük roller düşüyor. Bu katliamı unutulmazlar arasına taşımak. Aile, Özdemir Sabancı davasının yeni baştan ve çok yönlü olarak ele alınmasını sağlamalıdır. Bu konuda basın-yayın kuruluşları ile ve gerekirse Japon yapımcılar dahil olmak üzere uluslararası ölçekteki film yapımcıları ile işbirliğine gidilmelidir.
Devlete düşen rol: çok klasik anlamda, faillerin bulunması, ülkenin insanlarının ve kaynaklarının ve her türlü değerinin korunmasıdır. Devlet bunu yapmadığı takdirde, gelecekte de, ne yeni Sabancıları ne toryum konusunda çalışan Engin Arık’ları koruyabilir.