“Mustafa Kemal Paşa’nın Rahip Frew’a mektubu” başlıklı yazımızda, mektubun son satırlarındaki “din adamı olarak siyaset manevralarında, özellikle öldürüşmeye varacak durumlarda rol oynamak” ifadesinin, tüm zamanların en büyük belasına dikkat çektiğini belirtmiş ve bu dikkat çekişin faturasını Osmanlı da dahil Türk milleti hep ödemiş ve ödemeye devam etmektedir, diye yazmıştık. Hafızalarımızı tazelemek adına 1908 yılına gidelim ve o günlerin Mustafa Kemal’i neler yapmış, hatırlayalım, hatırlatalım.
23 Temmuz’da Manastır’da II. Meşrutiyet ilk kez ilan edilir. Aynı gün Rumeli’nin diğer şehirlerinde de ilan edildiği görülecektir. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1876 Anayasası’nın yeniden yürürlüğe konması ve kapatılan Meclis’i toplantıya çağırması için aylardır Abdülhamit’e baskı yapmaktadır. Haber İstanbul’a ulaşır. Abdülhamit de 23/24 Temmuz gecesi Meşrutiyet’i resmen ilan etmek zorunda kalır.
II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mustafa Kemal kolağası göreviyle Selanik’te askerî görevini sürdürmektedir. Diğer yandan da İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde çalışmakta ve İstanbul’daki siyasî gelişmeleri izlemektedir. II. Meşrutiyet o günler için büyük bir devrimdir ama Mustafa Kemal, yapılanları yeterli görmez. Ona göre, memlekette daha büyük ve köklü değişiklikler yapılmalıdır.Mustafa Kemal’in görüşleri İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelenlerinin görüş ve düşünceleriyle pek uyuşmaz ancak o, uyarılarını sürdürmekte kararlıdır.
Ağustos geldiğinde, Mustafa Kemal, Selanik’ten gizlice Bosna’ya gönderilir. Avusturya-Macaristan hükümeti Bosna-Hersek bölgesine asker yığmaktadır. Mustafa Kemal’in görevi bu girişimler hakkında bilgi edinmektir. Diğer yandan, II. Meşrutiyet aleyhine kışkırtılan Trablugarp halkının Temmuz-Ağustos ayları boyunca gösterileri durmamıştır. Arka planda, tutukluları da tahrik ederek genel af çıkarılmasını isteyen bazı şeyhler vardır. Osmanlı Devleti’nin atadığı idarecilere karşı tepki artmaktadır. Mustafa Kemal Eylül sonunda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez Komitesi tarafından görevlendirilerek Trablusgarp’a gider. Askerî ve siyasî bazı girişimlerde bulunan Mustafa Kemal, ordunun ve devlet otoritesinin bölgede hakim olmasını sağlar.
Trablusgarp’taki Fransız Konsolosu, Fransız Dışişleri Bakanlığı’na şu raporu geçer: “Muhtemelen Selanik İttihat ve Terakki Komitesi üyesi olan bir Türk subayı, birkaç günden beri bu civarda olup bitenler ve kişiler hakkında soruşturma yapmaktadır. Kendisinin daha şimdiden birçok yüksek memur ve eşrafı anayasaya ve onun başlıca ilkelerine sadakat yemini yapmaya davet ettiği, hürriyet ilkesi konusunda dindaşlarının menfi davranışıyla veya hiç değilse bazı tereddütleriyle karşılaştığı söylenmektedir.”
Fransız Konsolosu, rapordan birkaç gün sonra ikinci bir rapor yazacak ve şöyle diyecektir: “…Selanik İttihat ve Terakki Komitesi üyesi Yüzbaşı Kemal Bey, İngiliz ve İtalyan meslektaşlarımı olduğu gibi, beni de ziyaret etti. Kendisinin ziyaretini iade ile bir görüşme yaptım.”
Aynı günlerde Girit Meclisi de, Girit adasının Yunanistan’a katıldığını ilan edecektir.
Trablusgarp’ta güvenliği sağlayan Mustafa Kemal, Bingazi’ye geçer. Burada, elindeki kuvvetlerle, II. Meşrutiyet’e isyan halinde olan aşiret reisi Şeyh Mansur’un evini sarar, şeyhi teslim olmaya zorlar ve bölgede devlet otoritesini yeniden sağlar.
Dincilik, aşiretler, şeyhler, isyanlar; İslam dünyası için içten ya da dıştan birileri tarafından hep “kader” olarak çizilmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, bu uydurulmuş/oluşturulmuş zoraki kaderi elinin tersiyle kaldırıp atmıştır. Bağımsızlığı paravan yaparak köleleştirenler, dini ve dinciyi maşa olarak kullananlar, bu nedenle sevmez Atatürk’ü!
30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da Cumhuriyet Halk Partisi Merkezi’nde yaptığı konuşmada; “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” diyen Atatürk’ün hafızası, elbette ona yaşadıklarını ayrıntılarıyla hatırlatıyordu.
Ertesi gün Kastamonu’dan ayrılırken halka yaptığı veda konuşmasında da şöyle diyecektir: “… Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her alanda uyarıda bulunacak kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz, başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan ayrılmışların amacı halkı kendinden geçmiş ve aptal yapmaktır. Halbuki halkımız aptal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir durum gibi görünür; fakat önemi vardır. Biz, cihan ailesi içinde uygarız. Her görüş açısından uygarlığın gereklerini uygulayacağız.”
“Halkı kendinden geçmiş ve aptal yapmak”21. yüzyılda birilerinin niyet ve siyaseti olsa da Türk milleti olarak buna direnmekte kararlıyız.
Tekrar 1908 yılına dönelim ve yazımızı o yılın 29 Ekim’inde, Kolağası Mustafa Kemal’in Hanya’da yayınlanan İstikbal gazetesi için kaleme aldığı mektubunu vererek sonlandıralım. Bu satırları, özellikle, yandaş olarak ifade edilen, hani şu; kişiler için önce şerefsiz manşetleri atıp sonra da u dönüşü yaparak övgüler düzen medya mensuplarına da iletmek isteriz.
“Millet fertleri arasında bölücülüğü değil, birlik ve beraberliği temine; birbirlerine intikam duyguları yaratmaya değil, karanlık istibdat devrinin kiri olan fena hislerin kalplerden atılmasına yarayacak yararlı makaleler yayımlanmasına gayret edilse gazetenizin şerefi yükselir, hizmeti faydalı olur… Gazetelerimizde ahlakımıza yükseklik, hislerimize temizlik ve maneviyatımıza kuvvet verecek makalelere yer verilmesini görmek isteriz.”
15 yıl sonra, yine bir 29 Ekim’de “millet fertleri arasında bölücülüğü değil, birlik ve beraberliği temin” için kurulmuştu Cumhuriyet.
“Atatürk Cumhuriyeti” ni mutlaka geri kazanacağız!
Canan Murtezaoğlu