Atatürk Nutuk’ta; “Çeşitli devletlerle resmî ve özel birtakım görüşmeler” başlığı altında yaptığı açıklamaları şöyle sonlandırır:
“… Memleketimizde bulunan düşmanları silah kuvveti ile çıkarmadıkça, çıkarabilecek ulusal varlık ve gücümüzü edimli olarak kanıtlamadıkça, diplomasi alanında umuda kapılmanın yeri olmadığı yolundaki inancımız kesin ve sürekli idi. … Gerçekten bugünün hayat şartları içinde birey için olduğu gibi, bir millet için de gücünü ve yeteneğini, yaptıklarıyla ortaya koyup kanıtlamadıkça kendisine değer ve önem verilmesini beklemek boşunadır. Güç ve yetenekten yoksun olanlara yüz verilmez. ….”
Yukarıda vurgulanan cümlenin özgün şekli olan; “Kudret ve kabiliyetten mahrum olanlara iltifat olunmaz.” ifadesiyle Atatürk, gücün ve yeteneğin ortaya konup kanıtlanmasının önemine dikkat çekmekte, sadece söz söylemenin yeterli olmayacağını vurgulamaktadır. Haklıdır deha lider çünkü sadece söz yeterli olsaydı; peygamber, filozof, yazar, şair ve bilim insanlarının binlerce sözü ile dünya adalet, iyilik ve barışın hâkimiyet kurduğu bir yer olurdu. Nutuk’taki yazışmaları, dış ilişkilerde gösterilmesi gereken tavizsiz ve dengeli duruşu özetle aktaralım.
Yıl 1921… Olumlu bir doğrultuda ilerleyen Türk-Rus görüşmelerinin yanı sıra Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizlerle de görüşmeler yapılır. Bu bağlamda, yanlış anlaşılan bir konuya da açıklık getirir Atatürk. İtilâf Kuvvetleri Başkomutanı General Harrington’un yakınları olduğunu söyleyen Binbaşı Henry ve Shurton adlı iki subay İnebolu’ya gelerek General’in sözlerini naklederler. (13 Haziran 1921) Bu sözlere göre; Mustafa Kemal Paşa bir torpido ile İnebolu’dan İstanbul Boğaziçi’ndeki Harrington yalısına gitmeli, İngiltere’nin tam bağımsızlığımızı kabul ettiğini, Yunanlıların topraklarımızdan çıkarılacağını ve diğer konuların da tartışılabileceğini söylemelidir. Subaylara; Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gitmeyeceği, Harrington’ın İnebolu’ya gelip Refet Paşa ile görüşmesinin uygun olacağı söylenir.
Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da bulunan Hamit Bey’den bir telgraf alır. Telgraf şöyledir: “Burada resmî görevi olan bir İngiliz, İngiltere’nin İstanbul’da en büyük görevlisi adına bugün bana baş vurarak tez elden barış yapmak için görüşmeye hazır bulunduklarından, Mustafa Kemal Paşa ile hemen ilişki kurmak istediklerinin ve ivedi olarak karşılık beklediklerinin bilginize sunulmasına aracı olmamı rica etti.” Karşılık olarak, görüşmelere hazır olunduğu bildirilir.
5 Temmuz 1921’de, Zonguldak’a gelen bir İngiliz torpidosu, General Harrington’dan Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup getirir. Mektubun içeriği şöyledir: “… Komutan Henry aracılığıyla aldığım habere göre siz bana bir askerin bir askerle görüşmesi yolunda kimi düşünceler bildirmek isteğinde bulunuyorsunuz. Durum böyle ise sizce uygun görülecek bir günde İnebolu’da ya da İzmit’te sizinle buluşmak üzere Ajax zırhlısı ile gitmem için Britanya Hükûmeti tarafından görevli kılınmış bulunuyorum ve durum hakkında isterseniz çok açık ve serbest olarak düşünce alışverişinde bulunmaya hazırım. Düşüncelerinizi dinlemek ve bunları incelenmek üzere İngiltere Hükûmetine bildirmekle görevliyim. … Buluşmanın İngiliz zırhlısında olması gereklidir. Zırhlıda size yaraşır bir biçimde karşılanacaksınız. Karaya dönünceye kadar tam özgürlük içinde bulunacaksınız. Bu şekil sizce kabul edilirse uygun bulacağınız tarih ve saatlerin belirtilmesini rica ederim.”
Atatürk şöyle der; “Bu mektupta yazılanlara göre General Harrington’la ilişki arayan veonunla görüşmek isteğini belirten ben olduğum anlaşılıyor. Oysa ki gerçek, böyle değildi. Onun için General Harrington’a şu karşılığı verdim: “… Aramızda yapılacak buluşmanın bir yanlış anlamaya dayanmaması için aşağıdaki noktaya dikkatinizi çekmek zorundayım. 13 Haziran tarihinde Binbaşı Henry ve arkadaşları İnebolu’ya gelerek sizin, Binbaşı Henry tarafından Refet Paşa’ya önerilmiş olan ilkeler üzerinde benimle görüşmek istediğinizi söylemişlerdi. Nitekim bu noktalar Binbaşı Henry tarafından size yazılıp bir örneği, tarafından imzalı olarak bize bırakılmış olan mektupta bildirilmiştir. Aramızda başlayan doğrudan doğruya yazışmalar böyle başlamıştır. Siz milletçe ne istediğimizi bilirsiniz. Millî topraklarımızın düşmanlardan baştan başa kurtarılması, ulusal sınırlarımız içinde siyasî, malî, iktisadî, askerî, adlî, kültürel tam bağımsızlığımız ilke olarak kabul edilirsegörüşmelere başlamaya hazır olduğumuzu bildiririm. Binbaşı Henry’nin size anlattığı nedenlerden ötürü, görüşmelerin sizin çok iyi ağırlanabileceğiniz İnebolu ilçesinde ve karada yapılması bizce uygun görülmüştür.Bu noktalarda, aramızda görüş birliği olup olmadığını belirtecek yanıtınızı bekliyorum. Yüksek dileğiniz, sadece durum üzerinde görüş alışverişinde bulunmak ise bunun için arkadaşlarımızdan birini görevlendirebiliriz.”
Mektuba yanıt gelmeyecek ancak İngiliz Maslahatgüzarı Mösyö Rantigan İstanbul’da Hamit Bey’e bir açıklama yapacaktır. (7 Temmuz) Açıklamaya göre Harrington, bir tüccar kimliğiyle Anadolu’ya giden Binbaşı Henry’den İngiliz tutsaklarının yerlerini ve sağlıklarını öğrenmeye çalışmasını ve yolunu bulursa millî orduların İstanbul’a doğru ilerlemeyi sürdürüp sürdüremeyeceklerini Mustafa Kemal Paşa’dan sormasını tembih etmiştir. Binbaşı Henry’nin başka bir girişim yetkisi yoktur.
Cumhuriyet öncesinde, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk ordusu ve milleti, “İngiliz siyaseti” ne gereken cevabı Sakarya’da, Dumlupınar’da verecek, “gücünü ve yeteneğini” yaptıklarıyla ortaya koyup kanıtlayacaktır. İngiliz siyasetine karşı mücadele ederek Lozan Barış Antlaşması’na imza atan İsmet Paşa da daha sonra Cumhurbaşkanı İnönü olarak, aynı dik duruşu, II. Dünya Savaşı sırasında Adana’da gerçekleşen ünlü tren buluşmasında (1942) İngiltere Başbakanı Churchill’in “Türkiye’nin kendileri ile beraber hareket etme” düşünce ve politikası karşısında sergileyecek ve Türkiye’nin tarafsız kalması konusunda gereken siyaseti uygulayacaktır.
Ancak II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası koşulların değişmesiyle, dış politikada maceracılığa açık kapı bırakmayan İnönü bu tutumunu sürdürmekte zorlanacaktır. Örneğin; Kıbrıs’ta çatışmaların sürmesi, Ada’ya müdahale etmeyen İnönü hükümetinin eleştirilmesi karşısında İnönü, Time dergisine; “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir… Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” (16 Nisan 1964) sözleriyle bir demeç verir ancak karşılığı, Türk siyasî hayatına bomba gibi düşen “Johnson Mektubu” olur. Türk kamuoyuna ilk kez 1966’da duyurulan mektup sert bir üslup içermekte ve ABD’nin, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine karşı olduğu belirtilmektedir. Türkiye, ABD’den aldığı silahları kullanamayacak ve “Sovyetler Birliği kendisini kışkırtılmış hissederse”, NATO anlaşması geçerli olmayacaktır. Bu mektup sonrasında Türkiye, Kıbrıs’a askerî müdahaleyi erteler. İnönü yanıt mektubunda; “Yekdiğerine karşı ahdi vecibelerini, taahhütlerini istediği zaman reddeden devletler arasında bir ittifak tasavvur edilebilir mi?” sorusunu sorar ancak Johnson’ın davetini kabul eder ve görüşme gerçekleşir. (22 Haziran 1964)
70’li yıllara gelindiğinde Bülent Ecevitbaşkanlığındaki Türk hükümeti (CHP-MSP koalisyonu) ABD’nin baskısıyla başlatılmış olan haşhaş ekiminin yasaklanma kararını kaldırır. (1 Temmuz 1974) “ABD, söz konusu kararı Türk radyolarından öğrenmiştir.”*ABD’li siyasilerin çıkar düzeninin bozulması öfkeye neden olur ve “güvenlik ilişkilerine”*zarar gelmemesi için Ecevit’ten, kararı gözden geçirmesi istenir. ABD basınında, hava kuvvetleri tarafından Türkiye’deki haşhaş tarlalarının bombalanması fikri de yayılmaktadır ancak Türk hükümeti geri adım atmaz. Haşhaş gerginliği sürerken Yunan Cuntası Kıbrıs’ta bir darbe gerçekleştirir. (15 Temmuz 1974) Türkiye derhal harekete geçer ve iki askerî harekâtla karşılık verir. ABD yönetimi, Kıbrıs krizini fırsat görür ve Türkiye’ye karşı alacağı askerî ve ekonomik ambargo kararını haşhaş yerine bu harekâta bağlar. Aynı yılın sonunda, iç politika hareketlenecek, Başbakan Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e istifasını sunacak (18 Eylül 1974) ve koalisyon hükümeti kısa süre sonra dağılacaktır. Bedel mi ödenmiştir, diye sorulabilir!
Dış politikada 2000’li yıllardan beri gösterilen duruş ve siyaset adına hatırladıklarımızın başında ise; başbakanlık seviyesinde, Süleyman Şah Türbesi’nin IŞİD tehdidi nedeniyle Türkiye sınırında bir noktaya taşınması, cumhurbaşkanlığı seviyesinde de; yapılan birçok görüşmenin devlet arşivinde yer almaması, Trump’ın; Suriye’nin kuzeydoğusundaki durumla ilgili gönderdiği mektupta yer alan “Aptallık etme…” ifadesi ve Putin’le görüşmek üzere bekletilen Erdoğan ve heyetinin bir sayaç eşliğindeki görüntülerinin Rus devlet televizyonu tarafından yayınlanması gelecektir.
Sormadan geçmeyelim: 1919-1938’i hemen paranteze almanın bedelini mi ödemekteyiz?
Canan Murtezaoğlu