Ankara Halkevi konferans salonunda, “Birinci Türk Tarih Kongresi” çalışmalarına başlamıştır. Tarih 2 Temmuz 1932’dir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal de Kongre’nin açılışını izleyenler arasındadır. Bu durum Kongre’nin sonlandığı 11 Temmuz’a kadar sürecek, ertesi gün de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in yönergesiyle “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” kurulacaktır.
Akşamüzeri Çankaya’da, “dilci” lerin de katıldığı Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti toplantısına başkanlık eden Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, toplantı sonunda şunları söyler:
“Dil işlerini düşünecek zaman da gelmiştir; ne dersiniz? Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi, bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.”
Bu sözler üzerine, aynı gün Cemiyet’in başkan, genel sekreter ve üyeleri belirlenir. Başkan Samih Rifat, kurucular ise Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri’dir. Hepsi milletvekilidir ve dönemin tanınmış edebiyatçılarıdır. Cemiyet’in amacı; “Türk dilinin öz güzelliğini ve varsıllığını ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” tir. Cemiyet, III. Türk Dil Kurultayı’nda kabul edilen tüzük değişikliği ile “Türk Dil Kurumu” adını alacaktır. (1936)
“Türk demek ‘dil’ demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim; diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.” diyen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Türk milliyetçiliğinin yerleşmesi ve sağlamlaşması için ortak dilin şart olduğunu ve milletin de bu ortak dil konusunda bilgilenmesi gerektiğini düşünmektedir. Birinci Türk Dili Kurultayı için yayımlanan bildiride, “Kadın-erkek her Türk yurttaş Türk Dili Tetkik Cemiyeti üyesidir. Kendini Kurultay’a çağrılmış saymalıdır” ifadesine yer verilerek halkın dikkati çekilecek ve de katılımı sağlanacaktır.
Cemiyet kurulunca, Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk yazılı metinlerinin ilk iki cildi yayımlanır. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü Divanü Lügati’t-Türk ve siyasetname türünün Türk edebiyatındaki ilk örneği olan Kutadgu Bilig üzerinde çalışmalar başlatılır. İki büyük ve önemli sözlük Türk diline kazandırılır. Tarama Sözlüğü,13. yüzyıldan başlayarak Batı Türkçesinin eski eserlerinin taranmasıyla, Derleme Sözlüğü de Anadolu ağızlarında kullanılan kelimeler üzerinde çalışılarak oluşturulur.
’32, ’34 ve ’36 yıllarında yapılan Kurultaylarda dil siyaseti belirlenmiş, bilimsel bildiriler sunulmuş ve tartışılmıştır.
***
Atatürk, 1 Kasım 1936’da TBMM 5. Dönem 2. Yasama Yılı açış konuşmasında önemli bir uyarıda bulunur. Şöyle der:
“Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddi ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. Tarih Kurumunun Alacahöyük’te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddi Türk tarih belgeleri, dünya kültür tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayı’nın aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.” (https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d2yy.htm)
Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin ardından; “ulusal kurumların ulusal akademilere dönüşmesi” bir hayal olarak kalacaktır.
Türk Dil Kurumu, Bakanlar Kurulu kararıyla “kamu yararına çalışan dernekler” statüsü kazanacak (1940), Demokrat Parti de bütçe görüşmeleri sırasında kurumun ödeneğinin kesilmesine karar verecektir. (1951) Sonraki yıllarda; Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, 1982 Anayasası ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınarak devletleştirilecek ve dernek tüzel kişiliklerine son verilecektir.
2018’den beri yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan bu kurum, günün irade ve siyasetinin yönlendirmesiyle çalışmalarını sürdürmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni 1938’den beri yönetenlerin vizyonu, hemen her konuda olduğu gibi dil ve tarih konusunda da “vizyonsuzluktur” desek çok da abartmış olmayız.
Bu bağlamda, “Türkçe giderse Türkiye gider” uyarılarıyla tanıdığımız ve yakın zaman öncesinde kaybettiğimiz değerli bilim insanı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun sözlerini hatırlatalım. Şöyle demişti Sinanoğlu; “Türkçe, sadece dil ve edebiyatla uğraşanların sorumluluk alanına girmez. Her Türk, Türkçeyi doğru kullanmak, korumak ve geliştirmekle yükümlüdür.”
Tüm uyarıcılara selam olsun!
Canan Murtezaoğlu