Avrupa bir coğrafyanın adı değildir; kurgulanmış, hayal edilmiş, inşa edilmiş kültürel, ekonomik, dini bir dünyadır.
Avrupa, ilk defa 1815 Viyana kongresinde, Şark Meselesi (Oryantalizm) meselesini resmen ortaya atmıştır.
Şark Meselesi bir Hristiyan-Müslüman mücadelesidir. Şark Meselesi, Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan atma projesidir.
Lozan Konferansının resmi adı: “Şark Meselesini Görüşme ve Çözme Konferansı’dır.
Şark Meselesi, Avrupa’nın ve Avrupalının kafasından hiç çıkmamıştır; bugün bile…
1815’den sonra Osmanlı cephede savaşı kazansa bile, masada hep kaybetmiştir; bugün bile…
Onlar kendilerine “Düveli Muazzama” dediler, bu gün de diyorlar…
Siyasi sınırlar, imkânlarla ideallerin bileşkesidir; bunu biliyoruz.
Türkler 1856 Kırım Savaşı’ndan sonra Avrupa ile hiçbir ittifaka dâhil edilmemiştir; bugün bile…
O KADAR DÜŞMANLARDIR Kİ, 1914 CİHAN SAVAŞI ÖNCESİNDE:
1. İngiltere’den himaye (manda) talebimiz bile kabul görmemiştir
2. “Oklanmış Avımızdır” diye hiçbir devlet Osmanlıyı ittifaka davet bile etmemiştir. Rusya ise alay etmiştir.
3. ABD: “Türkiye yok ki, elçi göndermeye ihtiyaç olsun” diyebilmiştir.
4. Alman veliahdı: “Türkiye’nin ittifaka alınmasını, Almanya için büyük musibet sayarım” diyebilmiştir.
Kendi aralarında Osmanlı devleti çoktan paylaşılmıştır.
Yalnızlık ve müttefiksizlik en büyük derttir. Peki, ne yapılmalıdır?
Mustafa Kemal: “Topraklarınızı savunacak silahınız yoksa, tarafsızlık mümkün değildir; şimdi artık savaşmak zamanıdır” demektedir.
Savunmasız ölmektense, savunarak ölmek er kişinin harcıdır.
Bu savaş Osmanlı için bağımsızlık savaşıdır, ölüm-kalım savaşıdır.
18 MART 1915 BOĞAZ HARBİ
İtilaf Donanması 18 savaş gemisiyle Saat 10.00’da, boğazı yarıp geçmek üzere gelmeye başladılar.
Saat 12.00 olduğunda Türk tabyaları ağır hasar almış, ama ayakta kalan diğer topçularımızın hedefini şaşmayan mermileri İngiliz AGAMENNON zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsü uçurulmuştu.
Savaşın en şiddetli anları yaşanıyordu. Türk topçuları Boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki mevzilerimizi hallaç pamuğu gibi atıyor, kıran kırana bir savaş oluyordu.
Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf dışı kalmış, yine Fransız BOUVET zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçarken, bir gece önce Yzb. Hakkı’nın NUSRET MAYIN GEMİSİYLE boğaza döşediği mayınlara çarparak 639 personeli ile birlikte karanlık limanın sularına gömülerek kayboluyordu.
BOUVET’in imdadına koşan Fransız SUFFREN ve GAULOIS da aynı akıbete uğramıştır. Saat 15.00’te İngiliz IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.00’da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra OCEAN zırhlıları, tam ileri atılacaklarken mayına çarptılar. Böylece 6 saatte 3 büyük zırhlısını kaybeden, bir bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini acıyla seyreden Amiral De ROBECK, kalanları kurtarabilme telaşıyla saat 17.30’da boynu bükük çekilme emrini veriyordu.
Çanakkale Boğazında zafer kazanılmıştı.
NUSRET MAYIN GEMİSİ
Nusret mayın gemimiz, 18 Mart Boğaz Savaşından 10 gün önce, gece yarısından az sonra sisli bir havada, kıyıya paralel olarak 100’er metre aralıklarla ve suyun 4,5 metre altına, sessizlik içinde 26 mayın döşer.
Ertesi günlerde, Müttefikler tarafından keşif uçuşları ve mayın taramaları yapılmasına rağmen, bu mayınlar fark edilmez. Hatta Karanlık Koy’da mayın bulunmadığına dair rapor veren İngiliz Pilot, bu sürpriz mayınların başarısından bir gün sonra mahkeme edilerek kurşuna dizilmiştir. Mahkemenin reisi, pilotun babasıdır.
TARİHİ DEĞİŞTİREN SAVAŞ (26 MAYIN)
İngiliz Başbakanı Churchill hatıralarında diyor ki: “Birinci Dünya Harbi’nde bu kadar insanın ölmesine, harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde 5,000 tane ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca nedeni, Türkler tarafından bir gece önce atılan ve incecik bir çelik halat ucunda sallanan 26 adet mayındır.”
KARA SAVAŞLARINDAN BİR KESİT
“Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak.
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor.”
İki tarafın toplam kaybı 250 000
SEYİT ONBAŞI: VATAN SAVUNMASINDAKİ GÜÇ
Düşman ateşiyle, tabyalar hasar görmüş, ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı.
KINALI ALİ
Askere giderken annesi tarafından başına kına yakılan Tokat Zile’den küçük Ali, (Sonradan lakabı “Kınalı Ali” olur), annesine mektup yazar: “Başımdaki kınamdan dolayı arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlar, kardeşime sakın kına yakma!”
Bu şikâyet üzerine annesinden gelen mektup, ancak şehit olduktan sonra birliğine ulaşır:
“ Oğlum Ali yazmışsın ki, “Kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime de yakma” demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle, seninle dalga geçmesinler. Bizde 3 şeye kına yakarlar:
1.Gelinlik Kıza; Gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye,
2.Kurbanlık Koça; Allah’a kurban olsun diye,
3.Askere Giden Yiğitlerimize; vatana kurban olsun diye…
ÇANAKKALE’DE ALMANLAR
Gelibolu’da 250 000 Türk’ü zayi eden Almanların niyeti, Osmanlıya yardım etmek değil, Türkiye’yi işgal etmekti. Elin Alamanı Türk’e niçin acısındı ki…
Oraya Alman askeri gelmedi, orada Almanlar ölmedi, sayıları bir iki yüzü geçmeyen subaylar gönderildi sadece. Görevleri savaşı bitirmek değil uzatmak, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu’da tutarak Alman cephelerinden uzaklaştırmaktı.
ATALARIMIZ 18 MART 1915’DE ÇANAKKALE DESTANINI YAZARAK;
1.Yurdumuzu bize ebedi vatan yaptı.
2.Her hal ve şartta kahraman bir millet olduğumuzu bütün dünyaya gösterdi.
3.Mustafa Kemal (Atatürk)’ü, hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’ye kazandırdı.
4.Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini kaybetmediğini, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de olursa üstesinden gelineceğinin beraatını sundu.
ÇANAKKALE’NİN AKİF’İ SESLENİYOR
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi…
Bedr’in Arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
San dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim seni tarihe desem sığmazsın
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.
BU YAZIYI NİÇİN YAZDIM?
Aradan 105 sene geçse bile, “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” olan saldırgan istilacılar, amaç ve hedeflerinden zerrece sapış göstermeden niyetlerini gerçekleştirmek için tetikte ve mevzide beklemektedirler.
Kim mi? Hangileri mi? Hepsi, kesin hepsi…
Çanakkale’deki kahramanlığın ve ruhun, genci ihtiyarı bütün 83 Milyon tarafından bilinçli bir şekilde bilinmesini ve taşınmasını arzu ediyorum.
“HEY ON BEŞLİ” TÜRKÜSÜNÜN HAZİN HİKÂYESİ
Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmıştı. İngilizler şehit olan gençlerimizi, “çiçeğin tomurcuğu” ve “vakti gelmeden solan gül goncası”na benzetiyorlardı-
Koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen, savaş bir türlü doymak bilmiyordu.
Diğer cephelerden asker getirilemediğinden, Harbiye Nezareti bir tebliğ yayınlayarak, 1315 (1897) doğumlulardan, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların da kıtalara teslim olmalarını istemişti.
Burada sözü edilen “15’liler”, işte bu 1315 (1897) doğumlulardır. O taze fidanlar, cepheye gitmişler, bir daha hiç dönmemişlerdir.
1315’Lİ GENÇLERİN TÜRKÜSÜ
Hey on beşli on beşli
Tokat yolları taşlı
On beşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Bize zaferler nasip eden Rabbimiz. Türk Milletini zaferlerden geri koyma. Biz seni sınırsızca övüyor ve çok seviyoruz Allah’ım.
Hayırlar diliyorum
Ankara 18 Mart 2020
Prof. Dr. Orhan Arslan