Çağdaş şehircilik için şehir işletmecilerineihtiyaç var

Çağdaş şehirler, çağdaş şehir işletmeciliği yapılan şehirlerdir. Şehir işletmeciliği günümüzde çok önemli bir olgu haline gelmiştir. Şehirlerimiz, yeterli donanıma sahip uzman kişilerce yönetilmezse, çok ağır sonuçları olmaktadır ki; bugün örneklerini yaygın olarak görmekteyiz. Ülkemizde; şehir işletmeciliği yapacak, bu konuda eğitim almış şehir (kent) işletmecilerine acil ihtiyaç bulunmaktadır.

Şehir işletmecileri; üniversitelerimizde dört yıllık lisans eğitimi ile yetiştirilebilir, belli branşlarda da yüksek lisans, doktora eğitimleri yapılabilir. Artık,hiçbir uygulama sahası olmayan meslekler yerine, bu ve benzer mesleklerin ikame edilmesinin çok faydalı olacağı kanaatindeyim. Günümüz gerçekleri ile örtüşen ve olması gereken meslekleri; Şehir İşletmeciliği (Şehir İşletme Mühendisiği diyebiliriz), Yapı Malzeme Mühendisliği vb. şeklinde sayabiliriz.

Şehir (kent) işletmecileri (şehir işletme mühendisleri) olabildiğince donanımlı bir eğitim sürecinden geçmelidirler. Mimarlık, mühendislik, şehircilik gibi teknik eğitimlerin yanısıra; ekonomi, işletme; kültürel, sosyal (sosyoloji, psikoloji, hukuk, iletişim vb.) eğitimler ve de teknolojiyi kullanabilecekeğitimler almalıdırlar. Yani hem ekonomi-işletme ile beraber mesleki-teknik, hem sosyal-kültürel ve hem de bilgi-işlem teknolojik donanıma belli ölçüde sahip elamanlar olarak yetiştirilmelidirler.

Çağdaş Şehirler…

Teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla devam ediyor.  Hayal dahi edemediğimiz yenilikler, günlük hayatımızda sıradan şeylermiş gibi yerlerini alıyor. Günlük hayatımıza akıllı binaların girmesi ile birlikte; artık elimizin altındaki bir düğme ile evimizde bulunan bütün aletleri, çok uzaklardan kontrol edebilme; çalıştırma-durdurma gibi  imkanlara sahip bulunuyoruz.

Şehirlerin otomasyonu ve  akıllı şehirler, günlük hayatımızda da yerini almış bulunuyor. Teknolojik gelişmeler ışığında, bütün şehircilik hizmetlerini otomasyona bağlayıp belli merkezlerden kontrol ve  idare etmek konusunda ciddi adımlar atıldı ve atılmaya da devam ediyor.

Şehir hayatına; ilk olarak, güvenlik ve trafik konrolleri yapmak amacıyla giren otomasyon sistemleri; kentleşmenin ayrılmaz bir parcası olarak yerini almış bulunuyor.

Bütün bu gelişmelere gözlerimizi kapayarak, günümüz şehirlerini kurmak ve yönetmek mümkün olamaz. Büyük şehirlerimizde olduğu gibi en küçük kasabalara kadar , otomasyon sistemini içeren akıllı şehir olgusunu taşımak,yaygınlaştırmak zorundayız.

Çağdaş insanlar, çağdaş şehirlerde otururlar.

Çağdaş şehirler ise, çağın gereklerine göre yapılandırılan ve yönetilen şehirlerdir. Bir şehrin çağdaş olup olmadığını gösteren üç ana kriter bulunmaktadır.

Bu kriterler; ulaşım, atıklar(çöpler) ve şehrin görünümü konularını içermektedir.

Bu kriterlere bir de “otomasyonla yönetilen akıllı şehir” olma özelliğini eklemek gerekmektedir.

Bu üç temel kriter; yalnızca İstanbul gibi bir megopol için değil, küçük bir taşra kasabası için de geçerlidir. Bu üç kriteri kısaca gözden geçirelim ve şehirlerimizin, çağdaş şehir anlayışıyla çakışıp – çakışmadığını ya da ne oranda çakışabildiğini değerlendirmeye çalışalım:

Ulaşım; çağdaş bir şehirde yaşayan insanları, hergün evlerinden işlerine-işlerinden evlerine otobüslerde, minübüslerde balık istifi gibi saatlerce yolculuk yaptırarak değil; metro gibi çağdaş toplu ulaşım araçlarını kullanarak, rahat bir ortamda, süratle gidecekleri yere ulaştırmak gerekmektedir.

Trafiğe çıkan birçok araç yerine, çağdaş toplu  ulaşımın gereği olarak raylı sistemler düşünülmelidir. Bu hem çağdaşlığın gereğidir ve hem de zaman, yakıt ve diğer konularda büyük tasarruflar sağlayacaktır. Gürültü kirliliği, çevre kirliliği, yol yetersizliği, trafik sıkışıklığı ortadan kalkarken; insanlar yorulmadan kısa sürelerde varacakları yerlere ulaşabileceklerdir. Çağdaş bir şehirde yaşamanın keyfine varacak, tadını çıkaracaklardır.

Atıklar (çöpler); çağdaş bir şehirde atıklar, alelade bir şekilde toplanıp çevreye kirlilik verecek yerlere atılmamalıdır. Atıklar; tekrar geri kazanılacak tarzda toplanmalı, ayrıştırılarak bir gramını dahi atmadan, geri kazanmalı ve çevre kirliliğine sebebiyet vermeden, ekonomiye katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmelidir.  Atıklar (çöpler) ekonomiye kazandırılacak çok önemli bir hammadde olarak görülmelidir.

Şehrin görünümü; çağdaş bir kentte, çarpık-çurpuk binalar, daracık –itfaiye aracı dahi giremeyen sokaklar- olmamalı. Sıvasız, boyasız, demir filizleri bırakılmış çatısız, bitmemiş ve öylece bırakılmış  binalar olmamalı. Eskimiş, metruk hale gelmiş ve terk edilmiş bakımsız binalar olmamalı. Şehir; sokakları, caddeleri, meydanları, yeşil alanları,  sosyal donatıları ve binaları ile bir bütünlük – ahenk içerisinde olmalıdır.

Çağdaş şehirler; planlanmış ve planlar çerçevesinde yapılaşmış, çağdaş bir insanın her türlü ihtiyacını rahatlıkla karşılayabileceği bir ortamı sunmalıdır.

Şehir işletmeciliği yatırımlara yön vermelidir…

Çağdaş şehircilik; günümüz Türkiyesi’ndeki gibi, belediyelerimizin aklına estiğinde, vatandaşları canından bezdirircesine yaptıkları kaldırım yenileme işleri değildir. Ancak, kaldırımın da standardı belirlenmeli ve gelişigüzel değiştirilememelidir.

Çağdaş şehirlerde,  şehir işletmeciliği büyük önem taşımaktadır ve üst yapıyı destekleyen çok ciddi manada alt yapı tesisleri bulunmaktadır. Özellikle şehiriçi ulaşımı, ağırlıklı olarak başta  metro olmak üzere, raylı sistemlerle çözümlenmektedir. Caddeler, sokaklar gelişigüzel, ikide bir  kazılmaz. Çünkü; yolların altında, şehrin elektrik, doğalgaz, telefon, su vb. şebekelerinin topluca geçtiği galeriler vardır. Bu galerilerde bakım ve onarım için dolaşılabilir, ihtiyaç duyulduğunda – hiçbir yer kazılmadan – yeni şebekeler eklenebilir.

Işte bu kriterler ışığında, şehirlerimizin ne kadar çağdaş olduğunu değerlendirebileceğimiz gibi, gerçekten çağdaş şehirler oluşturabilmemiz için yapmamız gerekenleri  de görebiliriz.

Göçler, şehirleşmeyi olumsuz etkiliyor…

Ancak, Türkiye’de kentleşmenin önündeki en büyük olumsuzluk; planlanmamış ve ardı arkası kesilmeyen insan göçleri olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de; köyden-kente, küçük şehirlerden-büyük şehirlere, doğudan-batıya doğru; bir türlü kontrol altına alınamayan bir göç hareketi yaşanmaktadır.

Dünya şehri İstanbul; bir megapol mü, yoksa bir megaköy mü? Tartışmaları gündemimizi daha hayli bir zaman işgal edeceğe benziyor. İstanbul’da yaşayanların İstanbul’da doğma oranı  %50’nin çok aşağılarında bulunuyor. İstanbul’un bazı ilçelerinde yaşayanların %10’u kadarının, ancak o ilçede doğduğunu görüyoruz. Böyle bir sonucu doğuran göç baskısı altında sağlıklı bir şehir oluşması ve çağdaş bir şehir işletmeciliği yapılması mümkün olamamaktadır.

Kaldı ki, bu göçüp gelen insanlar geldikleri yerlerde de büyük bir erozyona neden olmakta ve arkalarında viran olmuş ıssız köyler, yerleşim yerleri bırakmaktadırlar. Göç veren şehirlerin de, başta ekonomik olmak üzere her konuda erozyona uğradıklarını da gözlemlemekteyiz.

Çağdaş şehirler, planlama ve planlar çerçevesinde sürdürülecek yapılaşmalarla oluşur. Tarihi gelişimi içerisinde şehirleşme ve şehir planlamasına bir göz atalım:  

 

Şehirleşmenin tarihi gelişimi hakkında kısa bilgiler:

Şehir; insanların iklim şartlarından ve her türlü saldırılardan korunabilmesi, medeni ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla bir araya gelmelerinden ortaya çıkan geniş, kalabalık yerleşme bölgesine verilen isim. İlk kurulan şehirlerde düşmana karşı korunma birinci planda tutulmuş, şehirler yükseklere, tabii kale  konumundaki kayalıklar üstüne kurulmuştur.  Daha sonra kurulan şehirlerde su, yol, kanalizasyon ve enerji kaynaklarının temin ediliş, dağıtım ve kullanımı dikkate alınarak, şehirlerin yapısı değişimlere uğramıştır.

Şehirlerin kurulduğu yerlerin deniz, nehir kıyıları gibi diğer bölgelerle irtibatını kolay olmasına dikkat edilmiştir. Dünyanın en büyük şehirlerinin deniz kıyılarında kurulması buna güzel bir örnektir. Şehirlerin büyümesinde çok çeşitli faktörler vardır. Kudüs, Roma gibi şehirlerin büyümesinde dinin de etkisi büyüktür. Nice, Miami, Los Angels gibi şehirlerin büyümesinde iklim etkisi büyüktür.

Ziraatin makinalaşması, savaşların topyekün özellik kazanması, ulaşım, enerji kaynakları gibi temel ihtiyaçların bölgelere yaygınlaştırılmış olması, şehirlerin çok genişlemesine ortam hazırlamıştır. Şehirlerin büyümesiyle  şehircilik başlıbaşına bir ilim konusu olmuştur ve  modern şehirler, şehir planlaması esas alınarak genişlemektedir.

Şehir planlaması; medeniyet tarihi kadar eskidir. İnsanların belli bir merkez etrafında devamlı kalmak üzere yerleşmeye başlamaları, ihtiyaçları karmaşık hale getirmiş, böylece şehir planlaması fikri doğmuştur. Çok eski tarihlerde kurulmuş, planlaması mükemmel olan şehirler, yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış bulunmaktadır.

Şehir planlamasına ilk adım, şehrin su ihtiyacını karşılayacak su yollarının planlanmasıyla atılmıştır. Şehir planlamasını etkisi altında bulunduran en mühim faktörse, şehrin her türlü düşmana karşı korunmasıdır. Yapılan incelemelerden şehircilik konusunda büyük adımların Romalılar zamanında atıldığı görülmektedir. Ortaçağda şehirler ihtiyacı karşılayamaz, sıkışık bir duruma gelmiştir. İslam devletlerindeyse şehirciliğe önem verilerek; birbirinden güzel, büyük şehirler kurulmuştur.

Türkler’de de, tarihi gelişim içerisinde önemli şehirler kurulagelmiş bulunmaktadır.

Modern şehir planlamasi 20. Yüzyılda başlamıştır. Bu devirde şehirlerin planlamasında ekonomi başrolü almış ve şehrin kurulacağı saha bölgelere ayılmıştır. Modern şehir planlaması yapılan bir yerde  ulaşım, su, elektrik, kanalizasyon gibi altyapı tesisleri önceden hazırlanır, şehrin bu bölgeye yayılması için bu bölgedeki temel ihtiyaçlar ucuz tutulur. Sanayi tesislerinin, şehirlerin çok dışında yer almasına dikkat edilir. Modern şehircilikte  de düşmana karşı şehrin korunması tesirlidir. Uçak, füze ve nükleer silahların gelişmesi; ulaşımın sessiz ve şehir altından yapılması maksadıyla metroların inşa edilmesi de  şehir planlamasının bir parcasıdır.

Şehirlerin en büyük açmazı, hızlı nüfus artışları ve motorlu araçların sayısındaki artışla meydana gelen trafik proplemidir. Şehir planlaması; şehir halkının şehir içinde bir yerden diğer bir yere nakli, hava alanları, tren istasyonları gibi nakliye bölgelerinin yer seçimi, park yerleri, okullar, gürültü, çevre ve hava kirliliği, kanalizasyon, ısıtma, su ve enerji temini gibi çok yönlü birçok konuyu içine alır. Şehir planlaması bütün bu konuların ahenkli bir şekilde hazırlanmasıdır.

Ülkemizde, şehirleşmedeki sıkıntıların temelinde; plansız göçlerin yer aldığı gerçeği ortadadır. Türkiye haritasını ikiye katladığımızda, doğu bölgesinin batı bölgesine doğru yoğun bir göç eğilimi gösterdiğini istatistikler gösteriyor. Akdeniz ile Karadeniz arasındaki en dar bölge Samsun ile Adana arası olup kuş uçuşu 500 kilometre kadardır.  Türkiye haritasının doğu bölümünü de ikiye katladığımızda; güneydoğu bölgesinin ağırlıklı olarak, Adana üzerinden Akdeniz bölgesine doğru aktığını ve kuzeydoğu bölgesinin de Samsun üzerinden, özellikle İstanbul’a doğru aktığını gözlemliyoruz.

Bu tespiti yaptıktan sonra; Türkiye’de, şehirleşmede yaşanan sıkıntıları, ana konu başlıklarıyla kısaca belirtelim:

1-Göç, nüfus artışı ve şehirlerin kimliği

Göç, tarih boyunca insanların ya daha iyi hayat şartlarına kavuşmak istekleri; ya da şavaş, doğal afetler gibi zorunluluklar gereği yaşanagelmiştir. Göçler, genelde kırsal alanlardan şehirlere, küçük şehirlerden büyük şehirlere doğru yönelmektedir. Türkiye’de en yoğun göçe maruz kalan İstanbul’a  yönelen göç hareketleri, özellikle 2. Dünya Şavaşı’ndan sonra başladı. Bunun  en önemli nedeni olarak,  sanayileşmenin İstanbul çevresinde gelişmesi olduğunu belirtelim. İnsanların, bu sanayileşme bölgelerine doğru iş bulma, daha iyi hayat şartlarına sahip olma, yatırım yapma ve çocuklarının daha iyi eğitim şartlarına kavuşabilmeleri için geldiklerini görüyoruz.    

     

Sanayileşme sonrası ilk göçler

İstanbul, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiğinde nüfusu 50 bin kadardı ve Fetihten sonra; o zamanki İstanbul’un üç yerleşim bölgesinin içerisinde yer alan; bugünkü Fatih/Çarşamba, Beyoğlu/Tophane ve Üsküdar semtlerine; başta Samsun’dan olmak üzere Anadolu’dan getirilen yerleşimciler, yerleştirilmişlerdi. Daha sonra 16. yüzyılın başlarında sanayinin büyümesi ve iş kapasitesinin artmasıyla birlikte büyük bir göç dalgası başladı. O tarihlerde İstanbul’un nüfusu 400 bine ulaşmıştı ve dünyanın en büyük şehri ünvanını almıştı. Bugün 400 bin, İstanbul’a bir yılda gelen insan sayısı ve her yıl artarak devam eden bu göç dalgası, İstanbul’u ve hatta göç alan diğer büyük şehirleri kimliklerini arar duruma getirmiştir. Insanlar Amerika’ya gidiyor üç ay sonra ben Amerikalıyım diyor. İstanbul’a kuşaklar öncesi gelen insanlar dahi biz İstanbulluyuz demiyorlar.  Hala İstanbul’a gelmiş oldukları yöreden olduklarını söylüyorlar. Tabi ki insanlar köklerine sahip çıkacak, ama, bu bir alt kimlik, bir alt kültür kuşağı olmalı. Bir üst kimlik, bir üst kültür kuşağı olarak da İstanbul’da yaşayan herkesin kendisini İstanbullu hissetmesi ve ben bir İstanbulluyum ve İstanbul’a sahip çıkmalıyım demesi lazımdır. Istanbul’da bilmem hangi ilimizin köylerinin bile kültür yardımlaşma dernekleri var. Ama bir İstanbullular derneği yok. Zaten İstanbul ile ilgili hemen hemen başka bir dernek de yok. Peki İstanbul’a kimler sahip çıkacak?

Irak-Suriye ve diğer göçler

Bu olgu, göç alan bütün şehirler için aynı şekilde geçerlidir. İnsanlar yaşadıkları, karınlarını doyurdukları yerleri benimsemeli ve sahip çıkmalıdırlar.

Son yıllarda IrakSuriye başta olmak üzere istikrarsız ve güvenlik sıkıntısı olan bölgelerden de çokca göç almaya başladık. Artık şehirlerimizde Arap vd. mahalleleri oluşmaya başladı ve beraberinde yeni kültür anlayışları günlük hayatımızın bir parçası olarak yerini alıyor.

Kendi insanlarımızın yaşadığı zorlukları çözmeye çalışırken vatanını terk ederek ülkemize gelmek zorunda kalmış çok ciddi bir insan topluluğunu da barındırmak durumundayız.

2. Çöpler(Atıklar) ve Sanayii Atıkları:  

Büyük şehirlerimiz başta olmak üzere çöpler ve sanayii atıklarını sağlıklı bir şekilde toplayıp uzaklaştıracak ve değerlendirecek sistemler kurulmak ve işletilmek zorundadır. Toplamak bir sorun bunu bir yere getirip depolamak atmak başka bir sorundur.

Çöpler, tekrar geri dönüşümle ekonomiye kazandırılacak çok önemli ve sürekliliği olan hammadde kaynağıdır. Çöpün oluşmasından, toplanmasına ve ayrıştırılıp değerlendirilmesine kadar bir dizi işleme tabi tutulması gerekmektedir. Bu aynı zamanda çağdaşlığın, çağdaş şehirciliğin bir göstergesidir.

3. Ulaşım, Trafik ve Haberleşme:

Bir anlamda, Medeniyet ulaşımla başlamaktadır. Ulaşamadığınız yer sizin değildir. Sesinizi duyuramadığınız insan sizden değildir. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerimizde yaşanan trafik sıkışıklığı, İnsanlarımızın ömürlerinden çok önemli bir bölümünü çalmaktadır. Bu kayıp aynı zamanda ekonomik anlamda da büyük miktarlara ulaşmaktadır.

Son yıllarda ulaşım konusunda çok önemli adımlar atılmasına rağmen;

Büyük şehirlerimizin yanısıra, memleketimizde sağlıklı ulaşımın gerçekleştirilemediği birçok üçra köşe de bulunmaktadır.  Çağdaşlığın gereği ulaşım sistemlerinin, süratle kurulması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

Ulaşımda; araçları taşımayı değil, insanları taşımayı amaçlamalıyız…

4. İmar ve Kaçak Yapılaşma:

Plansız göçler, özellikle büyük şehirlerde; kaçak yapılaşmayı, gecekondulaşmayı olabildiğince artırmaktadır. Şehirler, böylece çarpık-çurpuk yapılardan oluşmakta ve mesken yerine adeta mezarlarda yaşar duruma gelmekteyiz.

İmar planlarının zamanında yapılıp ihtiyacı karşılayacak arsaların üretilememesi de kaçak yapılaşmayı teşvik eden bir başka konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevzuattaki sıkıntıların yanı sıra; yönetimlerde her zaman ehil insanların olamaması çözüm üretebilmeyi çıkmaza sokmakta zorlaştırmaktadır.

5. Çevre ve Enerji:

Son yıllarda çevreyi koruma düşüncesi bir hayli öne çıkmıştır. Hem çevreyi korumak durumundayız, hem de insanlara yeterince enerji sağlamak durumundayız. Gerekli enejiyi sağlarken çevreyi de asla ihmal etmemeliyiz. Özellikle, yenilenebilir ve çevreye zarar vermeyecek enerji kaynaklarına yönelmek gerekmektedir.

Bu açıdan güneş, rüzgar gibi kaynakları azami derecede devreye alıp kullanmak; ekonomik olarak dışa bağımlılığımızı da azaltaçak, çok önemli bir çalışma olacaktır.

6. Su ve Kanalizasyon:

Türkiye, su bakımından çok fazla zengin olmasa da, kendisine yetebilecek suya sahip bulunmaktadır. Ancak, suyun bulunduğu yerlerden, ihtiyaç olan yerlere taşınması ve su kaynaklarının kirletilmemesi gerekmektedir.

Büyük şehirlerde su zaman zaman çok büyük bir sıkıntı olabilmektedir. Yeterli yağmur yağdığında İstanbul’da su sıkıntısı yaşanmamakla birlikte; yağmur yeterli olmayınca büyük sıkıntılar çekilmektedir. Gelecek yıllarda, nüfus artışıyla birlikte, İstanbul’un çok daha fazla su ihtiyacı olacaktır. Bu ihtiyacı karşılamak için şimdiden planlamalar yapıp çalışmalara başlamak gerekmektedir.

Yanlış şehirleşme, özellikle su baskınları başta olmak üzere çeşitli felaketlere yol açmaktadır.

Kanalizasyon şebekesi yanında yağmur sularının da tahliye edileceği kanallar inşa edilmesi gerekmektedir.

7. Sağlık, Eğitim, Spor ve Sosyal Hizmetler:

Sağlık her zaman ve her şeyin başında gelmektedir.. İstanbul başta olmak üzere sağlık konusunda da çağdaşlığın gerektirdiği sağlık hizmeti verilmesi açısından yetersizlikler görülmektedir ki; son dönemde devreye alınmaya başlayan şehir hastahaneleri ile bu açığın önemli ölcüde kapatılacağı görülmektedir.

Eğitim, spor ve sosyal hizmetler konusu belki en fazla üzerinde durulan konulardan ancak yine de alınacak bir hayli mesafe var.

8. İstihdam ve Ekonomik Hayat:

İnsanoğlu için en önemli şeyler; barınma, iş ve aş olmaktadır. İnsanlar, hayatlarını sürdürebilmek için para kazanmak zorundadırlar. Anadolu’nun kırsal kesiminde hepsi 7 den 77 ye kadar üretim yapan insanlar; hayvan bakıyor, bağ – bahçe işliyor, meyve yetiştiriyorlar. Göçerek, büyük şehirlere gelince, hepsi tüketici oldular. Yalnızca aile reisleri iş bulabilirlerse çalışıyorlar, iş yoksa, onlarda boş.  Evsiz, işsiz ve aşsız bir insandan, bir aile reisinden ne bekleyebilirsiniz. Hele, böyle bir ortamda yetişecek çocukların sağlam kişilikli, erdemli kişiler olması ne kadar mümkündür?

Plansız göç; insanları evsiz, işsiz ve aşsız bıraktıği gibi, bulundukları bölgelerde üretim yaparak hem kendilerine yetebilmeleri ve hem de ülke ekonomisine katkıda bulunmaları ortadan kalkmaktadır.

9. Tarihi Miras , Sanat ve Kültür:

Göçen insanlar, mevcut değerlerini terkedip gelirken; maalesef geldikleri yerlerde de, herşey yozlaşıp özelliğini yitiriyor. Yoğun göç baskısının yaşandığı bir yerde; ne tarihi miras kalıyor, ne kültür, ne sanat, hepsi yozlaşıp ortadan kalkıyor. Vatandaşımız Anadolu’nun en ücra köşesindeki köyünde dahi, affedersiniz, yola tükürmezken aynı insan geliyor, İstanbul’da yolun ortasına tükürebiliyor. Bu neden kaynaklanıyor? Çevre kontrolü yok. Bu kalabalıkta hiçkimse görüp ayıplamaz,  ayıplasa bile tanımadığı birisi ayıplayacak, o da onun için önemli değil. İnsanlarımıza herşeyden önce bir şehir kültürü vermek durumundayız.

10. Güvenlik, Ahlak ve İnsan Hakları:

Gayet  doğaldır ki, bu kadar keşmekeşin olduğu bir yerde güvenliği sağlamak, kontrol etmek mümkün değil. Uyuşturucu, hırsızlık , ahlaksızlık her şey çok çabuk bir şekilde yayılabiliyor. Keza insan hakları da o ölçüde korunamaz duruma geliyor.

Türkiye’nin en kalabalık yerlerinden birisi olan Beyoğlu-İstiklal Caddesi, güvenlik açısından en tehlikeli yerlerinden birisidir. Cadde ortasında size bir saldırı olsa, o kalabalıklardan size yardımcı olacak birisini bulamazsanız…

11. İdari Yapı  ve Yerel Yönetimler:

Türkiye, BAŞKANLIK SİSTEMİ ile hızlı karar alıp uygulama safhasına geçilemesi sonrasında, büyük bir aşama kaydetmiştir.

Devletin, düzenleyici ve gözetleyici rolü daha bir öne çıkmıştır. Adalet, güvenlik, ekonomi vb. konular devletin bizzat yönettiği konular olarak öne çıkmaktadır.  Adalet, son derece hassas bir konu olup mutlaka ve mutlaka hakkıyla sağlanmalıdır. Adaletin olmadığı bir yerde huzur ve çağdaşlıktan bahsedilemez…

Türkiye geçmiş dönemlerden gelen yanlış yapılanmalar sonucu; sanayi İstanbul’da, bürokrasi de Ankara’da odaklanmış bulunmaktadır.

Ekonomik yatırımlar, İstanbul ve çevresinde yoğunlaştığı sürece; Türkiye’nin dörtbir tarafından insanların tası, tarağı toplayıp buraya gelmesinin önü alınamaz.

Kaldı ki, İstanbul bulunduğu konum itibariyle de, asla bir sanayi şehri olmamalıdır. İstanbul; bir ticaret şehri, bir turizm şehri, bir kültür-eğitim şehri, bir finans merkezi olmalıdır.

Eğer, İstanbul’da bulunan ve 100 kişiden daha fazla kişinin çalıştığı işletmeleri şehir dışına çıkartırsak; nüfus buna bağlı olarak, 4 milyon kişi kadar azalabilecektir.

Çevre ve su gibi doğal kaynaklar açısından da daha fazla nüfusun yerleştirilmesinin sakıncalar doğuracağı İstanbul bölgesinden, sanayinin kaldırılarak Türkiye’ye yayılması, geri göçü kendiliğinden gerçekleştirmiş olacaktır.

Zaten, sanayinin aynı bölgede yoğunlaştırılmış olması, ekonominin sağlıklı gelişmesi ve geleceği açısından da uygun değildir. Riski olabildiğince yaymak gerekmektedir. Hele hele, fay hattı boyunca bir deprem bölgesinde, böyle bir sanayi yoğunlaşması asla düşünülmemelidir.

Ekonomik faaliyetler ülke geneline dengeli dağıtılmalıdır ki; dengeli bir gelişme olabilsin. Burada, yerelleşme çok büyük bir önem taşımaktadır. Yerelleşme olmadan; gelişme, sağlıklı bir şehirleşme ve kalkınma mümkün görülmemektedir.

Bu nedenle zaman kaybetmeden, çağdaş şehircilik anlayışıyla ve yeni teknik şartnameler ışığında, geleceğe güvenle bakabilmek için, İstanbul başta olmak üzere, yurdumuzu yeni baştan planlayıp ve yeni baştan inşa etmek zorundayız. Mevcut çalışmaları daha hızlandırmalıyız. Şehirleşme için uygun olmayan zeminlerdeki yerleşimler tahliye, tasfiye edilmeli ve gerektiğinde şehirler taşınmalıdır…

Remzi KOZAL

Mimar-Ekonomist

Remzikozal@yahoo.com

Bunları da sevebilirsiniz