Biz”Bir müminin,bir başka müminin yüzüne çatık kaşla bakması,günah olarak kendisine yeter” diyen bir Peygamberin ümmetiydik.
Yine,”iki mümin karşılaşıp selamlaştığında,hangisi daha güler yüzlü ise,Allah katında onun sevabı daha fazladir”diyen bir Peygambere inanıp yoldaş olmuştuk.
Bize ne oldu da bugün,birbirine kaş çatan,sürat asan,küfür yapan,söven,döven ilkel,yobaz insanlara dönüştük?
Biz, bir zamanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömen cahiliyye toplumuna,
“Böyle yapmayın,kız çocukları da erkek çocukları gibidir.Aralarinda fark yoktur.”Kim iki kız çocuğunu güzelce büyütüp yetiştirirse cennette onlarla birlikte olacagız”diyen bir rahmet Peygamberinin muhabbet fedaileriydik.
Çocukları severdik.Bagrımıza basardık.Yetim çocukları alır, evlat edinirdik.Büyutüp yetiştirirdik.
O inanca,o sevgiye,o merhamete ne oldu da doğurduğumuz çocukları çöp konteynırlarina atar olduk,buz gibi soğuk sokak kenarlarına bırakır olduk,hatta ellerimizle boğup tuvalet kuyularına atar olduk..
Biz bir zamanlar”Hayvanlara şefkat gösterin.Bir adam susuz kalan bir köpeğe ayakkabısıyla kuyudan su alıp içirdiği için,Allah ona cenneti vacip kildı” buyuran bir şefkat Nebisinin,yeryüzündeki kanatsız melekeleriydik.
Kışın dağlarda aç kalan kurtlara bile getirip yiyecek bırakırdık.
Evlerimizin kenarlarına,kışın soğuğunda üşüyen kuşlar için yuvalar yapardık.
Yaralı hayvanları tedavi eden hayvan tedavi merkezlerimiz vardı.Onlara bir kötülük yaptığımızda kıyamet gününde bizden haklarını alacaklar diye düşünür ve inanırdık.
Yaşadığımız ülkelerin köpekleri bile başka ülkelerin insanlarından daha mutluydu.Hayatlari daha bir emniyet içerisindeydi..
Bize ne oldu da,
Hayvanların açlığa mahkum kalışlarından en ufak bir üzüntü duymaz bir hale geldik.
Hatta,daha kötüsü,o zavallıların ayaklarını keserek onlara zulmeden canavarlara dönüştük…
Biz eskiden”Hanginiz ailesi için daha hayirlıysa,Allah katında da en makbul olan odur” düsturuna inanır,eşlerimize karşı vefalı,sadık,mütebessim,hoşgörülü müşfik davranır,çocuklarımızın yetişeceği yuvayı yeryüzü cennetine çevirmeye çalışırdık.
Bize ne oldu da,eşlerimizi döver,onlara söver,fedakarliklarina nankörlük yapar,onlara işkence eder,hatta öldürür bir canavara dönüştük…
Biz ki,bir zamanlar,”Hoşgörü ve istişare”gibi iki muhteşem hayat iksirine inanır,onlara,toplumsal hayatın çimentosu gözüyle bakardık.
Avrupa da Demokrasi’ nin henüz D’si bile yok ken, biz bu prensiplerle bu günkü demokrasi ve laiklik lerden daha mükemmel bir “demokratik hayat”inşa etmiştik.
Farklı inanç ve mezhepler bağrımızda ahenk içinde yaşardı.
Nasıl bir fitne aşısı yedik ki,bu gün birbirimizin konuşmalarına,düşüncelerine,farklı görüş ve tercihlerine tahammül edemeyen düşmanlara dönüştüķ.
Nasıl geldik bu hâle?
Hep karşımızda olanları suçlayarak bu toplumsal cehennemden kurtulabilir miyiz?
Aynaya ne zaman bakacağız?
Mevlana der ki, “biz bir dağ gibiyiz.dağın karşısına geçip Ahmed diye çağırırsan, sana Ahmed diye bir yankı gelir.Hasan diye bağırırsan,Hasan diye bir yankı gelir.
Küfredersen,yaptığın küfrün yankısı gelir.Dağa kızmaya hakkın yok”.
Içinde bulunduğumuz bu cehennemden çıkmak için tek reçetemiz var;SEVGİ.
Seversek seviliriz.Hoşgörü gösterirsek,hoşgörü görürüz.
Saygı gösterirsek saygı görürüz.
Aşk bülbülü,sevgi pınarı Mevlana ne diyordu;
“Sevgiden,acılar tatlılaşır.Sevgiden,bakırlar altın kesilir.
Sevgiden,tortulu,bulanık sular,arı-duru bir hale gelir.
Sevgiden dertler şifa bulur.
Sevgiden,ölü dirilir.Sevgiden,padişahlar kul olur.”
Ben de diyorum kı,
Bu aşkın uğruna aşklar kül oldu
Bu aşkın uğruna dil bülbül oldu.
Gönlümde yüreğim kızıl gül oldu.
Koparıp da sana vermek dilerim.
Sevgiyle kalın.