Aşağıda M.Akif’in, kızına yazdığı mektuptan bir bölüm okuyacaksınız.
Ben bu mektubu vatanımın cennet köşesi Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’yu hiç görmemiş, buralarda görev yapmamış, memleketimin ücra köylerinin tozlu, çamurlu yollarında yürümemiş, bu köylerde çalışmamış, rahat ve sıcacık öğretmen odalarında ahkâm kesen genç meslektaşlarıma ithaf ediyorum:
“Bu seferki mektubun o kadar hoşuma gitmedi. Fazlaca sıkılmakta olduğundan, medeni hayatın başkalığından bahsediyorsun. Muntazam, ma’mur şehirlerde, refah ile ömür sürmeyi herkes arzu eder. Fakat bu arzunun tatmini için ara sıra fedakârlık zaruridir. Bugün yüzlerce milyon efrâd-ı beşere hâkim bulunan İngilizleri gözümüzün önüne getirelim. Acaba heriflerin bu kudretleri, bu muvaffakiyetleri tesadüfen mi oluvermiş yoksa milletçe birçok mesaiye, birçok şedâide (şiddetli sıkıntılara) katlanmak sayesinde mi elde edilmiş? Londra’da doğmuş, nâz u na’im (bolluk ve bahtiyarlık) içinde büyümüş, ebeveyninin milyonları sayesinde her türlü ihtiyaçtan fersahlarca uzak bir lordun oğlu kalkıyor, Sudanlara, Afrika’nın en yaşanmaz, en cehennemî bucaklarına giderek gençliğinin en kıymetli çağlarını, İngiltere hesabına, o kumlara gömüyor. Vatanı uğruna çektiği tahammülsüz meşakkatleri hiçe sayıyor. Daha doğrusu kendisi için şeref biliyor. Biz biçârelerse İstanbul’dan çıkıp Bursa’ya gitmeyi felaket telakki ediyoruz!”
Akif’in kızı, eşinin Askeri Veteriner olarak görev yaptığı Beytüşşebap’tan pek memnun değildir. Babasına yazdığı mektupta şikâyet eder, mızmızlanır. M.Akif de kızına bu mektubu yazar ve ona mektubunda sitem eder, bir ders verir.