Sivas Kongresi’nde “Manda” görüşmeleri sürerken İsmail Fazıl Paşa, “yanlış anlaşılmaya yol açtığı” gerekçesiyle tartışılan Rapor’un geri çekilmesini istemişti (Bilmece Refet Paşa (3) ve Mustafa Kemal Paşa da bunu kürsüden “Rapor geri alınmıştır.” diyerek duyurmuştu. Ancak bu duyuru Refet Bey’in “uzun ve özenli bir nutuk” çekmesine engel olamayacaktır.
Refet Bey’in, kurtuluşu yabancıya yaranmakta gören zihniyete örnek olan cümlelerini verelim:
“Bizim, Amerika mandasını yeğlemekten amacımız, bütün toplulukları tutsak eden, kalpleri vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak ve yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı gösteren Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş para sorunu değildir… Söz olarak, manda ile bağımsızlık biri birini engelleyen şeyler değildir; yalnız, eğer biz gerçekten güçlü olmayacak olursak, işte o zaman mandanın altında eziliriz ve o zaman manda bizim için bağımsızlığı zedeleyici olur. Bir de, diyelim ki, biz iç ve dışta tam bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz yapamayacak mıyız? Ondan evvel, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? bunu düşünelim. Şurası kesindir ki, bugün bizi İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bölüşmek istiyorlar; fakat eğer biz, bugün bir devletin garantisi altında bir barış yapacak olursak ileride, uygun koşullarda bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi yararımızı sağlarız. Ama eğer olumsuz bir durum meydana çıkacak olursa, acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız?.. Her halde bir Amerika garantisini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkılmış bir yurdu, pek verimli olmayan toprakları ve ancak on, on beş milyon lira geliri olan bir ulus için bir dış yardım olmaksızın yaşamayı sürdürmek olanağı bulunamaz. Eğer bundan sonra da bu halimizde kalır ve bir dış yardımla ilerleyemeyecek olursak belki de gelecekte Yunanistan’ın bile saldırılarına karşı kendimizi savunamayız… Allah korusun, eğer, İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş çıksa, düşmanımız, Yunanistan’dan vapurlarla asker getireceği halde, acaba biz Erzurum’dan hangi demiryolu ile nakliyatımızı yapabileceğiz? Bu nedenle, Amerika mandası her şeyden evvel bir kefil ve yardımcı bulmak için gereklidir… Eğer bu söylediklerimle ilerideki görüşmelere bir başlangıç yapabildimse sevinirim.”
Mustafa Kemal Paşa, “bu parlak ve ustaca nutkun, dinleyenlerin düşünce ve kanıları üzerinde yapabileceği yanıltıcı etkinin ölçüsünü” anlamış ve “kafaların, bunu izlemesi olası bulunan eş düşüncedeki konuşmacıların nutukları ile büsbütün zehirlenmesine meydan vermemek” için oturuma ara vermiştir.
Atatürk, Refet Bey nutkunun son cümlelerinin de dikkat çekici olduğunu vurgular: “Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir’de geçici sayıyor ve savaşta olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir’de kalırsa ve savaş çıkarsa başa çıkamayacağımız kanısında bulunuyor.”
Bursa delegelerinden Ahmet Nuri Bey, mandaya karşı olduğunu uzun sözlerle belirtir. Hami Bey de daha uzun sözlerle karşılık verir. Hami Bey’in İstanbul’da yaptığı görüşmelere göre Amerikalılar, “Avrupa devletlerine karşı Amerika’dan yana bir dayanak noktası olacağı” düşüncesiyle manda kararının Kongre’den çıkmasını uygun görmektedir. Rauf Bey’e göre de karşı çıkılan “manda”ismidir. Şöyle der: “Manda altına girdik demeyelim de isterlerse sonsuz yaşayacak devlet olduk, diyelim.”
Bu son söze karşılık Hüsrev Sami Bey’in sesi yükselecektir: “Ancak bizim bu çalışmadan amacımız, kendimizi savunup sonsuza dek yaşayacak millet olduğumuzu kanıtlamaktır.”
Hami Bey bu sözleri eski düşünce olarak görecek, toplantının sonuna kadar konuşacak olan Kara Vasıf Bey de, “Bütün devletler bizi tamamen bağımsız bırakacaklarını söyleseler bile yine desteksiz yapamayız. Dört yüzle beş yüz milyon lira arası borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz; bize bunu ödeyiniz diyecekler, halbuki bizim gelirlerimiz bunun faizine bile yetmez. O zaman zor bir durumda kalacağız; bunun için bağımsız yaşamaya, malî durumumuz elverişli değildir… Parasız, ordusuz ne yapabiliriz?”
Kara Vasıf Bey fena halde yanılacak, “parasız, ordusuz” hezeyanı tarihin çöplüğünde yerini alacak, milletine ve kendine güvenen Mustafa Kemal Paşa ülkeyi düşmandan temizleyecek ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuracaktır.
Eylül’ün dokuzuncu günüdür… Rauf Bey’e göre manda konusunda birçok şey söylenmiş ancak, desteğin kimden isteneceği ifade edilmemiştir. Amerika olduğu artık “doğrudan doğruya” belirtilmelidir.
Atatürk şöyle der: “Bu sözlerden, Rauf Bey’in görüşü ile gerek Sivas Kongresi genel kurulunun ve gerek Erzurum Kongresi genel kurulunun görüşü arasında bir yanlış anlama olduğu kuşku götürmez… Maddede yazılanlar mantık ışığında incelenip okununca ne manda ve ne de Amerika’nın mandaterliğini isteme düşüncesi bulunmadığı kesinleşir.”
Erzurum Kongresi hiçbir suretle manda kabulü hakkında karar vermiş değildir. Mustafa Kemal Paşa, burada söz konusu 7. Maddeyi tekrar anımsatır.*
“Efendiler, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı düşüncesi vardı?” diye soran ve yabancılarla yürütülmekte olan “endüstriyel ve ekonomik”girişimlere örnekleriyle değinen Atatürk, Rauf Bey’in çelişkili söylemi için de şöyle diyecektir: “Aylardan beri gece gündüz beraberimde bulunan bir arkadaş tarafından hâlâ anlaşılmamış olduğuna hükmolunabilir mi? O halde Rauf Bey ya esasen benimle aynı görüşte değildi ya da aynı görüşte idi de İstanbul’dan gelenlerle Sivas’ta konuştuktan sonra düşüncesini değiştirmiştir. Burasını kestirmek bence zordur!”
Söz alan Rauf Bey de yaşanan tehlikelerden bahsedecek ve “Memleketimize karşı en tarafsız durumda bulunan Amerika’nın desteğini kabul etmek zorundayız. Ben bu kanıdayım.” diyecektir. Tartışmaları sonlandırmak için; Rauf Bey, “Amerika Kongresi’nden memleketimizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir heyet çağırmak” fikrini de ortaya atacaktır.
Atatürk şöyle der: “Bu öneri oybirliği ile kabul olundu. Kongre Başkanlık Divanı’nın imzaları ile bu yolda bir mektup kaleme alındığını anımsıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamyorum. Esasen bu mektuba özel bir önem vermiş değildim.”
Manda konusunun ardından, Nutuk’ta açılan ara başlık “Sivas Kongresi’ni yarıda bırakmak girişimleri” dir. Atatürk burada Ali Galip olayına, bunun “Padişah, Ferit Paşa hükümeti ve yabancıların ortak bir girişimi”olduğuna, İstanbul ile ilişkiyi kesme durumuna, Kastamonu ve Konya halkının da artık İstanbul’a karşı çıkmasına uzunca ve tüm belgeleriyle değinir. Bu bölümü biz de farklı yazılarla sitemizde yayınlamış bulunuyoruz.
Tekrar Bilmece Refet Paşa’ya dönelim.
Konya Valisi Cemal Bey, hapishanede ne kadar kanlı katil ve tutuklu varsa salıvermiş ve hepsini silahlandırarak kendisi için bir kuvvet oluşturmak istemişti. Ancak Konya halkı bu alçakça davranış karşısında ayaklanınca, İstanbul’a kaçmıştı. Konya halkı artık İstanbul’u tanımamaktadır. “Oraya, amacı iyi anlamış olan birinin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas’ta yanımızda bulunan Refet Bey’in gönderilmesi uygun bulundu.”der Atatürk.
Refet Bey yola çıkar. Temsilci Kurul tarafından gönderilen bir komutanın haberi yurtseverleri canlandırır. Bu arada Mustafa Kemal Paşa Sivas-Konya yolu üzerindeki bir telgraf merkezinden, bir servis alır. Telgrafın sahibi Refet Bey’dir. Refet Bey, Konya ve yöresinde başarı sağlamak için kendisine İkinci Ordu Müfettişliği sanı ve yetkisinin verilmesi gerektiğini bildirmektedir.
Bunun üzerine Atatürk şu açıklamayı yapar:
“Refet Bey çok sonraları Ankara’da bulunduğum sırada, Bolu ve yöresindeki asilerin yok edilmesiyle görevlendirildiği zaman da oradan bir şifre ile, halk üzerinde büyük etkisi olacağından söz ederek kendisine paşa sanı verilmesini benden istemişti. O zamanlar Refet Bey’in gerek birinci ve gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmî görev ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gereklilik yoktu. Özellikle bunu Refet Bey’in en iyi bilmiş olması kuşku götürür mü?
Refet Bey bu isteklerini yerine getirmek için benim İstanbul hükûmeti katında aracılık etmemi dolaylı olarak anlatmak istiyordu da denilemezdi. Çünkü, dünyaca bilinirdi ki ben, ordu müfettişliğinden ve askerlikten ayrıldıktan başka padişah ve İstanbul hükûmeti tarafından kovulmuş ve ölüm hükmü giydirilmiştim. Çalışmalarım bir Kongre’nin seçtiği kurul içinde, Temsilci Kurul içinde, onun adına oluyordu. Ulusal işlerde bulunmak ve özellikle bunda başarılı olmak için resmî san ve yetki şart ise, aslında o, benim kendimde yok idi. Başarı sağlamak için, içinde bulunduğum durum ve koşulların niteliği anlaşıldıktan sonra, benden resmî şekiller içinde san ve yetki aramanın yeri olamayacağı doğaldır. Kuşkusuz Refet Bey’i Konya’ya görevle gönderirken biz kendisine amaç içindeki her türlü iş ve davranış için tam ve geniş yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve uygulanması onun kendi yeteneğine ve gücüne bağlı idi.”
Mustafa Kemal Paşa, neden bu kadar ayrıntı vermek ihtiyacını hissetmiştir? Acaba onu üzen, birlikte yola çıktığı arkadaşları tarafından bile yeterince anlaşılamamış olması ve bunun da genç kuşaklar tarafından bilinmesini istemiş olması mıdır?
Ya bugün? Türk milleti, Devlet’imizin hangi bedeller ödenerek kurulduğunu gerçekten anlayabilmiş midir? Şehit kanıyla sulanan bu topraklar birileri yeniden saraylarda yiyip içip sefa sürsün diye mi kurtarılmıştır? Ya da bu toprakları, birilerinin “âlî menfaatleri” için yeniden yabancılara peşkeş çekmenin yolları mı aranmaktadır?
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu