Kur’an’la ilgili düşüncelerimi aktarırken her zaman ifade ettiğim gibi konu inanç konusu değildir. Bana göre inanmak, kişinin vicdanı ve kalbi ile ona şah damarından daha yakın olduğunu söyleyen Yaratıcı ile bağ kurmasıdır; isteyen bu bağı kurar, istemeyen de kurmaz. Bu nedenle “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara/ Düve, 256) Bir başkasının inancını sorgulamak da kimsenin haddi değildir. Şimdi bu konuyu ayrı tutalım ve “eski beni şimdiki bana” anlatma konusu için Kur’an’a bakalım.
Vahiy sırasına yani iniş sırasına göre ilk sure Alâk Suresi’dir. Bu suredeki ikinci ayet, insanın “alâk” tan yaratıldığını söyler: “… insanı yapışkandan (alâk) yaratan Rabbinin adına.”
Alâk anlam olarak; birleşmek, bitişmek, asılı olmak, cezbetmek, gönülden sevgi, ilgi, şefkat, yapışkan kan pıhtısı, asılıp tutulan şey, döllenen yumurtanın rahime yapışması, embriyonun rahim duvarına tutunması, ceninin hamilelik süresince bir parazit olarak anneden beslenmesi gibi çok çeşitli şekillerde ifade ediliyor. Yani her “can” ın oluşumu bir bağ kurma ile gerçekleşiyor.
Günlük dilde kullandığımız ve bağlanma, ilgilenme, ilişki, ilgi, bağlantı anlamlarına gelen “alaka” kelimesi de bu köktendir. Dikkat edilirse tüm anlamların ortaklaştığı nokta, bağ kurmaktır.
Alâk kelimesinin anlamlarına bakarak, Kur’an, hemen ilk surede bağ kurmaya dikkat çekmiş, diyebiliriz. Bununla anlatılmak istenen nedir, ne olabilir? Sorunun cevabını, eskilerin ifadesiyle Allahuâlem yani Allah daha iyi bilir diye vermek işin en doğrusudur. Ancak Allah insana akıl verdiğine ve de kullanmasını ısrarla istediğine göre, insanın da bu isteğin gereğini yaparak, kendi aklının sınırları içinde birtakım sonuçlara varmasında, özgürce düşünmesinde bir sakınca yoktur.
Bu bağlamda, Pakistanlı İslam âlimi, şair, filozof ve politikacı Muhammed İkbal’i de analım. Çanakkale Savaşlarından bu yana Türklere olan olumlu tavrını sürdüren ve Milli Mücadele’ye destek olmak için Pakistan halkını örgütleyerek bu yaklaşımını pekiştiren İkbal’e, babasının söylediği şu söz çok ünlü ve anlamlıdır: “Kuran-ı Kerim’i anlamak istiyorsan, sana indiriliyormuş gibi oku!”
Kur’an söz konusu olduğu için bu ifade, dinle “şeriat” ı aynı kefeye koyan zihniyetleri elbette rahatsız etmiştir ancak burada İkbal’in babasının dikkat çekmek istediği asıl nokta, insanın yaptığı işi içselleştirmesi, heyecan duyması yani onunla gerçek anlamda bağ kurmasıdır.
Bir vatandaş okuması yaparak; yaşamın ve evrenin özü bağ kurmaktır dersek haddimizi aşmış olur muyuz bilemem ancak ana rahminde “alâk” olarak hayata tutunan insanın DNA yapısı da, bir gök cisminin “kendi yörüngesinde” yüzüp gitmesi de -bilimsel tanımları farklı olsa da- temelde bağ kurmak değil midir?
Nefes alıp vermek evrenle bağ kurmak değil midir?
Bu dünyaya gelmek “zaman” la bağ kurmak değil midir?
Bu dünyadan göçmek sonsuzlukla bağ kurmak değil midir?
Arının ürettiği bal, bin bir çiçekle bağ kurmak değil midir?
Eminim sizlerin de aklına pek çok örnek gelecektir…
Diğer yandan Kur’an insanoğlunu, bu “alâk” la başlayan canlılık/yaşam döngüsü için uyarıyor ve ondan mizanı bozmamasını yani bağ kurmayı dengeli bir şekilde sürdürmesini istiyor. “Eski sen, şimdiki seni” bıkmadan, usanmadan uyarmaya devam ediyor ve şöyle sesleniyor:
Kendinle, ailenle, toplumla dengeli ve olumlu bağ kurmalısın ve bunun için havaleciliği bırakıp aklını kullanmalı, doğruya doğru, yanlışa yanlış demelisin.
Doğayla gerçek anlamda bağ kurmalısın; onu da kendini de yıkıcı olaylara teslim etmemelisin. Tabi bunun için, hırslarından ve inatlarından vaz geçmeli ve tüm canlılara saygı duymayı öğrenmelisin.
Bilimle bağ kurmalı ve üretmelisin. Başkalarının ürettiklerini kullanmanın çağı yakalamak olmadığını bilmelisin.
Yönetensen yönetilenle, yönetilensen yönetenle ahlak, adalet ve doğruluk üzerine bağ kurmalısın. Her iki durumda da insanı merkeze almalı, paylaşımcı olmalı, elini taşın altına koymalı ve çıkarcılığı bir kenara bırakmalısın.
Bu devleti kuranlarla, şehitlerle, gazilerle bağını asla koparmamalı ve onları hak ettikleri onur burcuna oturtmalısın. Çünkü onlar canlarını vererek, yaşam haklarından vaz geçerek senin bugünlere gelebilmeni sağladılar. Bunu asla göz ardı etmemelisin.
Sana emanet edilen “altın bağ” ilkesine yani “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine, bir annenin çocuğuna sarıldığı gibi sarılmalı ve ülkeni düze çıkarmalısın.
Yukarıdaki satırları okurken aklınıza birçok benzer cümlenin üşüştüğünü biliyorum.
Zamana yenik düşmeyen gönül erlerinin, “Bin kez kırdılar dallarımızı bin kez budadırlar. Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz.” sözleri gibi hayatın özü ile bağ kurmayı sürdürelim, bir olalım, birlik olalım…
Canan Murtezaoğlu