Atatürk’ün Meclisi (3)

Birinci Meclis’te yapılan konuşmalar, günümüzde yaşanan olumsuzluklardan şikâyet ederek, karamsarlık içinde gelecek kaygısına düşen herkesin bulup okuması gereken belgelerdir. Bu konuşmalar, o dönemde ulus bağımsızlığı için mücadeleye atılan insanların düşüncelerini öğreten, öğretmekle kalmayıp inançla örgütlendiği takdirde nelerin başarılabileceğini ortaya koyan yol gösterici belgelerdir. Günümüzdeki ihanet uygulamalarından kurtulmak için, yararlanılması gereken çok değerli ulusal birikimlerdir. Borçlanma, üretimsizlik, teknolojik gerilik ya da uluslar arası anlaşmaların yaptırım gücünü ileri sürerek, kendilerini ve çevrelerini teslimiyete alıştıranların, Birinci Meclis’in olağanüstü mücadelesinden ve bu mücadeleyi yürüten insanlardan öğrenecekleri çok şey var.

Birinci Meclis’e katılanlar; yaşlarına, olanaksızlıklarına ve sosyal konumlarına bakmadan, “vatanın tehlikede olduğunu” görerek, sonuçlarını göze alıp ailesini ve işini bırakarak Ankara’ya koşan vatanseverlerdi. Hiçbiri kişisel çıkar peşinde değildi. Birçoğu, kurtuluştan sonra devlet görevlerinde yer almadı. Sıra dışı bir alçak gönüllülükle yaşadıkları yerlere döndüler ve kendileri için hiçbir şey istemediler. (Siyaseti meslek haline getirip, kırk yıl koltuk işgal edenlere ve bu ülke için hiçbir şey yapmayan aymazlara hatırlatılır…)

Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan TBMM, 23 Nisan 1920 Cuma günü saat 14:00’da açılacaktır. Tüm milletvekilleri ve komutanlar Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazını halkla birlikte kılmışlar ve yapılan törenin ardından milletvekilleri, yerlerini almıştır. En yaşlı üye olarak Sinop milletvekili Şerif Bey açılış konuşmasını yapmak üzere “vakarlı ve yaşına göre çok dik bir yürüyüşle ağır ağır kürsüye çıkar.” Yaşlı ve titrek sesiyle yaptığı konuşma çok etkileyicidir. Şerif Bey şunları söyler:

“Değerli arkadaşlar, İstanbul’un geçici olduğu söylenerek yabancı devletler tarafından alındığını ve hilafet makamı ile hükümet merkezinin bağımsızlığının, bütün ilkeleriyle birlikte yok edildiğini biliyorsunuz. Bu duruma boyun eğmek, milletimize dayatılan köleliği kabul etmek demektir. Ancak, tam bağımsız olarak yaşama konusunda kesin ve kararlı olan ve çok eskiden beri özgür ve bağımsız yaşayan milletimiz, tutsaklığı şiddetle ve kesin olarak reddetmiş; millet, vekillerini hemen toplayarak meclisini oluşturmuştur. Bu büyük meclisin, içte ve dışta tam bağımsızlık içinde kaderini bizzat ele aldığını ve ülkeyi yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum. İşgal altında ve türlü baskı ve işkence içinde, maddi ve manevi olarak insafsızca yok edilmekte olan, zulüm görmüş bütün illerimizin kurtarılmasında, yüce Tanrı’nın bizi başarılı kılmasını dilerim.”

Meclis’in açılışı tüm yurtta sevinçle karşılanmıştır. Ordu henüz tam olarak oturup, güçlenmemişken hem Çerkez Ethem güçlerini dağıtmış  hem de İnönü’de Yunan ordusunu büyük bir bozguna uğratmıştır. Bu zaferler Meclisin 13 Ocak 1921 oturumuna da yansımıştır.  Bursa milletvekili Muhittin Baha Bey, 13 Ocak’ta söz alan tüm milletvekilleri gibi, coşkulu olduğu kadar duygulu bir konuşma yapar. Muhittin Baha Bey’in konuşmasından bazı bölümler şöyledir:

“Efendiler, buraya gelen her birey, her üye; küçük yavrusunu gözyaşları ile bıraktığı, eşi ile helâlaştığı, babasının elini öperek evinden ayrıldığı zaman yemin etmişti. Ya bu devleti tam istiklâl ile yaşatacak, bu milleti tutsaklıktan kurtaracak ve babasına bıraktığı küçük yavrusuna yarın şeref ve şan vererek dönecek ya da bu meclisin bütün bireyleriyle beraber düşman önünde ölecek. Efendiler, tam bir inançla söylüyorum, bu millet için ölmek yoktur. En güçsüz zannedildiği ve en yardımsız kaldığı anlarda, düşmanlarının en güçlü göründüğü zamanlarda bile, akla ve hayale gelmeyen olağanüstü başarılar göstererek insanda hayranlık uyandıran bu millet batmaz…

Efendiler, bir ölüyorsak on doğuyoruz; bir kişi eksildikçe ruhumuzda on kişilik güç buluyoruz. Zarar yok efendiler; çok yandık, çok harap olduk. Avrupa denen ‘uygarlık’ kitlesi, bu alçaklar ve benciller kitlesi, üç yüz yıldan beri ellerinden geleni yaptı. Onların bizde yarattığı yangınlar, ruhlarımızdaki külleri dağıtmak için şimdi birer rüzgâr oldu. Yananlar yanarken, ölenler ölürken; doğanlar şimdi daha güçlü, daha dirençli ve daha kararlı oluyorlar. Ben geleceğe bu ümitle bakıyorum..”

Muhittin Baha Bey’in konuşmasından hemen sonra Mustafa Kemal kürsüye gelir. Yüzünde anlamlı bir gerginlik vardır, sararmıştır; sesi her zamankinden daha kısıktır. Duyduğu coşku, konuşmasına yansır ve şu duygulu sözleri söyler:

“Cennet vatanımıza bakan merhum Kemal; ‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini’ demişti. İşte ben, bu kürsüden, bu yüksek Meclis’in başkanı olarak, yüksek kurulunuzu oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki: Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini…

Ey milliyet duygusu! Sen ey fâni insanı ölümsüzlüğe bağlayan büyük olay! Ey insan toplumunun en yüksek ideali! Ey temizleyici düşünce! Ey ölüm korkusu içinde kararmış ruhları aydınlatan meşale! Ey yaratıcı kudret! Bütün bunlar senin eserindir. Yüzyılların yükü altında yorulmuş çorak Anadolu toprağından fışkıran kahramanlar senin çocuklarındır. Sen küçük hesaplar düzenlemesi değilsin. Özgürlüğün tek kaynağı sensin. Kendisini bir milletin parçası hissetmeyen insan tutsak ve yoksuldur, ona değer verilmez. Kalbi, milliyet ateşi ile yanan insan iç ve dış dünyadan gelen zulüm, hakaret, tutsaklık ve kölelik ihtiraslarına aynı anda karşı koyar. Bir insanı kayıtsız ve koşulsuz diğer insanlara bağlayan tek duygu sensin.”

Devam edecek…

Bunları da sevebilirsiniz