Her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu günlerdeyiz. Ülkedeki ciddi ekonomik çöküş ve ahlakî çöküş nedeniyle kimse geleceği açıklıkla göremiyor. İktidarın kilitlendiği hedef; çalılara takılacak koyun sürüsünün yünlerinin dokunup satılması üzerine bir kurgudan oluşuyor. Öyle bir kurgu ki, ekonominin kitabını yazanlar ser veriyor, sır vermiyor. Bir kısım ahalinin de bu “peşin”para nedeniyle keyfine diyecek yok; ne de olsa Nasreddin Hoca bir şekilde yünleri eğirecek, dokuyacak ve dokuduklarını satıp borcu ödeyecektir!
Muhalefetin kilitlendiği hedef de; çalılara takılması muhtemel koyun sürülerinin izini sürmek; hesap üstüne hesap yapmak! Ekranlarda 5N 1K fırtınaları kopuyor; siyasetçiler, uzmanlar, gazeteciler -bilsin bilmesin fark etmiyor- sorup duruyor: ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim? Yurdum insanı da bir mikrofon gördüğünde hemen vaziyet alıyor ve diyor ki; “Men çe guyem, tamburem çe zened?” yani “Ben ne söylerim, tamburum ne söyler?”
Öyle zamanlardayız ki, sorulan sorular asla cevaplanmıyor. Her yer âdeta görünmez duvarlarla çevrilmiş. Birileri duvarı yıkmak için tuğlaları yerinden oynatsa ya da çekse o tuğlaları hemen ikame eden farklı ve iş bitirici eller var!
O duvarları yıkmanın bir yolu yok mu? Elbette var. Ancak o yol, her sıkıştığında “taarruz, başkomutan, kurtuluş” kelimelerine sığınanların yolu değil. O yol, “ekonomik kurutuluş savaşı” ndan zaferle çıkmayı düşünenlerin yolu değil. O yol, Kurtuluş Savaşı’nı bizzat yaşayan ve sonuç alanların yoludur. O yoldan bir kesit sunalım. Kaynağımız yine Nutuk.
Ali Rıza Paşa hükümeti ile anlaşmazlıklar sürerken Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’dan bir telgraf alır. (8 Ekim 1919) Karabekir şöyle yazmıştır;
“Temsilci Kurul’dan sizinle, Rauf Beyefendi’nin ve bu değerde olan etkin yüksek kişilerin, meb’us olduktan sonra da, hiçbir surette hükûmete karışmayarak daima Ulusal Meclis’teki grubun başında etkin ve hükûmetin oluşturuluş şekli ve ileri gelenlerinin değer ve kimlikleri ne olursa olsun, daima Ulusal Meclis içinde etkin ve denetleyici durumda bulunmayı, en önemli bir başarı olayı ve uyulması pek çok gerekli bir karar sayarım.”
Özetle, Ulusal Meclis hükümet işlerine karışmamalıdır. Kâzım Karabekir Paşa, Erzurum’da iken de Mustafa Kemal Paşa’ya aynı şeyleri söylemiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın düşünceleri ise aksi yöndedir; millet varlığını ve iradesini göstermeli ve bu, Ulusal Meclis’te temsil edilmelidir.
Bunu sağlamanın yolu, “… memlekette ulusal bir ülkü etrafında, kuvvetli bir örgüt kurmak ve bu örgüte dayanan Meclis’te bir grup bulundurmak” tır. Amaç bu olması gerekirken, “Az, çok kendinde değer görenler, hemen hükûmete geçmek hevesine, hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanların oluşturduğu hükûmetlerin dayanacakları, ulusal örgütlere bağlı, Mecliste kuvvetli bir grup olamayınca, yalnız saltanat ve hilâfet makamı kalıyor. Bu yüzden, millî meclisler, ulusal onur ve gücü temsil edemiyor, ulusun isteği beliremiyor ve gereği uygulanamıyor.” der Atatürk ve devam eder:
“Bundan dolayı bizim için ilk ve en esaslı ilke; önce, memlekette ulusal örgütleri kurmak, sonra da, bu örgütlerden güç alan bir grubun başında, mecliste çalışmak olmalıdır. Hükûmet kurmaya veya kurulacak herhangi bir hükûmete girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü bu nitelikte bir hükûmet, vatana ve millete hiçbir esaslı hizmet yapamadan, hemen düşmek ya da padişaha dayanarak meclise karşı ve dolayısyla millete karşı durum almak zorunda kalacaktır ki, birincisinde, kararsızlık gibi büyük bir sakınca sürüp gidecek, ikincisinde de, ulusal egemenliğin yavaş yavaş yok sayılabilecek bir duruma getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır.”
Zaten, vatan ve milletin kurtuluşu söz konusudur, mecliste böyle bir örgüte ve ulusal güce güvenir ülkü sahibi bir grup ortaya çıkamamıştır. “Hükûmet kurmaya veya kurulacak hükûmete girmeye heves etmek” elbette doğru olamaz ve bu durum ancak “kişisel hırs ve çıkar veya cehalet olarak”yorumlanabilir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’ya göre, Kâzım Karabekir Paşa’nın “mecliste oluşmuş siyasî bir grubun en etkin yüksek üyelerinin, her zaman meclis içinde etkin ve denetici kalması, en önemli bir başarı ve uyulması pek çok gerekli bir karar” sayılamaz.
Mustafa Kemal Paşa’ya göre; “Gerçekten ulusal egemenlik ilkesine göre yönetilen uygar devletlerde, kabul edilmiş ve etkin olarak bugün de geçerli olan temel kural; ulusun bütün umularını en çok temsil eden ve bu umularla ilgili yarar ve gerekleri, en yüksek güçle ve yetkiyle gerçekleştirebilecek siyasal grubun, devlet işlerinin yönetimini ele alması ve bunu en yüksek liderinin sorumluluk omuzuna yüklemesi, ilkesinden başka bir şey değildir. Aslında bu nitelikleri kazanmamış olan bir hükûmet görev yapamaz… Bunun acıklı sonuçları özellikle Osmanlı Devleti’nin son günlerinde görülmüştür.”
İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin elinde oyuncak olunduğunu, onların hükûmetlerinden, millete gelen zararların sayılamayacak kadar çok olduğunu vurgular Atatürk.
Amacı; “yurtseverlik, ahlâk yüceliği, yetkin kişilik ve buna benzer birtakım seçme nitelikler gereği gibi gösterilmek istenilen boş sözlere karşı, milletin ve gelecek kuşağın dikkatini çekmek ve gözlerini açmalarını”istemektir.
Kâzm Karabekir Paşa’nın telgrafı esas alındığında “bu değerde etkin yüksek kişiler”içinde kendi de vardır ve kendisinin de “ilkeleri dışında kalmayacağı” açıkça anlaşılmaktadır.
Atatürk “halbuki” diye başladığı sözlerini sürdürür: Kâzım Karabekir Paşa, mebus olarak, Meclis’te çalıştığı sırada, bir durumun gereği olarak, yeni bir kabine kurmak söz konusu olmuştur. Mustafa Kemal Paşa; Fethi Bey, Fevzi Paşa, Fuat Paşa, Kâzım Paşa, Ali Bey, Celâl Bey, İhsan Bey, hükûmetten on- on beş kişi ve Kâzım Karabekir Paşa’yı Çankaya’ya çağırır. Düşünce alışverişinde bulunmak istemiştir. Kâzım Karabekir Paşa, Çankaya’ya gitmeden önce Parti Genel Sekreteri Recep Bey’in yanına gidecek, Atatürk’ün kendisini çağırttığını ve “büyük bir olasılıkla hükûmet başkanlığı önereceğini, kendisinin durum hakkında aydınlanmasına yardım edecek bilgiler varsa bildirmesini”isteyecektir. Toplantıdaki tutumu da hazır bulunanlarca anlamlı görülür; kendisi de “millete hizmetten çekinmeyeceğini” bildirir. Görüşmeler, bir noktaya saplanır: hükûmet başkanı Fethi Bey mi, Karabekir Paşa mı olsun?
Atatürk burada tarihe düşmesi gereken notu düşer: “Düşünce alışverişinde bulunulurken Kâzım Karabekir Paşa, bana 8 Ekim 1919 tarihinde öğütlediği gibi ‘kabinenin oluş şekli ve üyelerinin değer ve nitelikleri ne olursa olsun, her zaman Ulusal Meclis içinde, etkin ve denetici kalmayı uyulması en gerekli bir karar saydığını’ söylemedi. Tersine durumu ve tutumu, hükûmet kurmaya yetkili kılınmasını ister nitelikte görülüyordu. Oysa ki daha, vatan ve milletin tam kurtuluşunun söz konusu olduğu dönemin korkunç ve karanlık bir başka evresini yaşıyorduk.”
***
Türkiye, bilindiği gibi, artık bir saraydan ve tek bir ağızdan yönetilmekte, kurumların bağımsızlığı, bürokratların yetkileri gibi başlıklar kâğıt üzerinde kalmaktadır. Parlamenter sistemin bir oldu-bittiyle ortadan kaldırılmasından sorumlu olanlar; “Eski Türkiye” yi elinin tersiyle itenler ve “Yeni Türkiye” yi iştiyakla bekleyenlerdi. Ancak şamata devri bitti, yerini pişmanlık aldı. Ne çare ki olan oldu, açılan yeni yol sayesinde “Üsküdar” fersah fersah aşıldı.
Bu durumda 2023’ün seçimi ne olmalıdır?2023’ün seçimi Türk milletinin yararına şekillenebilir mi? Bilmiyoruz ancak yararına şekillenmesi için çalışılması gerektiğiniz biliyoruz.
Yukarıda Nutuk’tan aktardığımız bölüm; Mustafa Kemal Atatürk’ün, “küçük bir noktayı daha açıklamama izninizi rica edeceğim” sözleriyle başlar. Bu bölüm aslında küçük bir nokta değil dev bir uyarının ifade edilişidir; günümüz siyasetçileri, ikinci yüz yılda hükümet etmek, devleti yönetmek isteyenler için âdeta bir pusuladır.
Atatürk’ün sözleri, Kuruluş değerlerini çağın gerekleriyle buluşturmak isteyenler ve bu zihniyetle Cumhuriyet’in yüzüncü yılına hazırlananlar tarafından okunmalı, üzerinde derin derin düşünülmeli ve özellikle ilk kez oy kullanacak seçmene anlatılmalıdır.
Canan Murtezaoğlu